27 Nisan 2013 Cumartesi

İsrail’in Batı Şeria için inşa ettiği Utanç Duvarı Genişliyor

Medeniyetler kavramı ile başlayan git gide yasadışı örgütlenme, bağımsızlık, sömürü hamleleri, doğal kaynakların çekiciliği ve bölgesel güç eğilimleri doğrultusunda ilerleyen israil projesi bugünkü kavram itibari ile öngörülemeyen genişleme politikaları devam etmektedir. İsrail‘in dünden bugüne gelecek ve güvenlik kaygıları ile beslenmesi, tehlikeli stratejik hamleler ile büyütülmesi ve sonuca ulaşmanın bölgeye aşılanmak istenen istikrarsızlık eylemlerine dönüştürülmesini  izlemekteyiz. Bölgesel çıkarlara yıllarca hizmet etmiş etnik ve dinsel grupların farklılık oluşturma algısı ile bölge üzerinde güç eşitsizliği ve ortayan çıkan marjinal güç unsurları hızla süreklilik kazanmıştır. Orta Doğu, dünya konjoktürü arasında güvenlik konuları ile çarpışan ve evrensel algı içerisinde belli bir yerde sıkıştırılan önemli bir bölge olmuştur. Bölgesel eğilimlerdeki meselelerin uç noktalara taşınması ve meseleler üzerinde çözüm arayışlarının farklı yönlerine çekilmesini yıllarca izlemiştik. Filistin-israil meselesinde her geçen gün farklı meselelerin gün yüzüne çıktığı ve tarafların özellikle dış etkenlerden etkilenerek zaaflık ve şiddet eğilimi gösterdiği açıkça bilinmektedir. İsrail, 2002 yılında Ariel Şaron’un Başbakanlık döneminde israil parlamentosu (Knesset) Filistinli marjinal gruplara karşı önlem niteliğindeki Filistin duvarı (Utanç Duvarını) inşa etme kararı alındı. Utanç duvarı’nın asıl amacı israil devleti’nin Filistin halkının ilhakı adına başlatmış olduğu bölünme projesi’dir. Dünya kamuoyu önünde Filistinlilere yıllarca katliam ve şiddet eğilimi gösteren siyonizmden etkilenen israilli liderler ilhak ve teşhircilik politikasını artırıp şiddet ve nefret politikasının etkisini azaltarak Filistin halkını ayırma ve aralarındaki iletişimi koparma adına başlatılan yıpratma projesi 2002 yılından sonra devreye girmiştir. Kudüs’ün statüsünü değiştirerek yahudi yerleşim politikaları uygulayan israil  Doğu Kudüs’ün statüsünü Ürdün aracılığı ile Filistin’den alarak böle ve yönet denkleminde Filistin devletinin kurulma amacı taşıyan amaçlara yönelik ciddi bir proje olmuştur. Batı Şeria ve Kudüs ile Ramallah ve Nablus’un arasındaki iletişimi ve güçlü bağları koparma eylemleri tüz hızı ile devam ederken Uluslararası Adalet Divanı (Lahey) bu durumun kabul edilemez olduğunu vurgulamaktadır. Fakat israil yönetimi hiçbir uluslararası norm ve kurallara riayet etmediği gibi ırkçı ve nefret ikileminde kalan yahudi halkına karşı adeta ruhani bir soykırım yapmaktadır. Uluslararası platformlarda yahudi milletinin varlığını tehlikeye atan ve siyonizmden etkilenerek bölgesel bir katliam gerçekleştiren israilli politikacı ve liderler dnya kamuoyu önünde git gide millet kavramı endişesini yaşamaktadırlar.

Güvenlik duvarı ilk kez İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un 21 Şubat 2002 tarihinde Filistin ile İsrail arasında güvenliği sağlamak için tampon bölge oluşturma yönünde alınan kabine kararını kamuoyuna açıklamasıyla gündeme gelmiştir. Ardından Şaron 3 Haziran’da temel olarak Yeşil Hattı takip edeceği öne sürülen 700 kilometrelik duvarın 110 km’lik kısmının inşasını onaylamıştır. İsrail kabinesi 23 Haziran’da bir oya karşı 25 oyla yeni güvenlik konseptini kabul etmiştir. Üç etapta inşa edilmesi planlanan duvarın ilk etabı olan kuzeyden güneye 110 kilometrelik kısım Temmuz 2003 sonunda tamamlanmıştır. Kilometre başına maliyeti 1.6 milyar dolar olan duvar, 8 metre yükseklikte olup tamamlandığında, Berlin Duvarı’nın uzunluğunun 10 katından fazla ve yüksekliğinin 2 katı olacaktır. Her 200 metrede bir gözlem kulesi bulunan duvar, elektrikli tel örgülerle, derin ve dört metre genişlikte hendekler ile çevrilidir. Duvarın yakınlarında kimsenin dolaşmaması için uzaktan kumandalı silahlar bulunmaktadır. Kimi bölgeler ayak izlerinin takip edilebilmesi amacıyla kumlarla kaplanmıştır. 1
Uluslararası Af Örgütü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktör Yardımcısı Ann Harrison; Yerleşimciler askeri tel örgünün yeniden düzenlenmesine direniyorlar çünkü bu, Filistinli çiftçilerin arazilerinin bir bölümünü onlara geri veriyor ve yerleşimcilerin genişleme planlarının ölçüyü aştığını ortaya çıkarıyor. Uluslararası hukuk tel örgünün/duvarın ve yerleşim alanlarının İşgal altındaki Filistin Toprakları’ndan kaldırılmasını öngörüyor ancak gerçeklik bu durumdan öylesine uzak ki, bizzat Cenevre Sözleşmesi’nin ve Uluslararası Adalet Divanı’nın üzerinden buldozerler geçmiş hissi uyandırıyor. Başkan Obama İsrail yerleşim projesini durdurma konusunda sert konuştu. Bölgeye ziyareti sırasında Jayyus’a gitme ve uluslararası hukukun süregelen ihlalinin sonuçlarını bizzat görme fırsatı olacak” diye konuştu.” 2
Arap ülkeleri, uluslararası toplumun tüm uyarılarına karşın Batı Şeria'daki güvenlik duvarı adı altında inşaatı sürdüren, BM ve İslam dünyası tarafından şiddetle eleştirilen 'utanç duvarı'nın durdurulması için konuyu Uluslararası Adalet Divanı'na taşımaya hazırlanıyor.
BM'deki Arap Grubu'nun isteğiyle Genel Kurul gelecek hafta acil toplanarak tartışmalı güvenlik duvarı konusunu görüşecek. Diplomatik kaynaklar, Genel Kurul'un 8 Aralık Pazartesi günü yapılması öngörülen özel oturumunda Arap ülkelerinin, Uluslararası Adalet Divanı'nın güvenlik duvarının meşruiyeti konusunda karar almasını isteyen bir tasarı sunmalarının beklendiğini belirttiler.” 3
İsrail'in Filistin'de inşa ettiği "Utanç Duvarı"nın Lahey Adalet Divanı'na götürülmesi için BM'de destek veren Türkiye'nin, Türkiye'nin, Filistin'in mağduriyetini uluslararası hukuka taşıdıktan sonra Filistin ile İsrail arasındaki "kolaylaştırıcı" rolünü sürdürmek için bu yola başvurduğu öğrenildi. Türkiye, 8 Aralık 2003 tarihinde BM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada 90 ülkeyle birlikte hareket ederek, 'Utanç Duvarı'nın Lahey Adalet Divanı'nda görüşülmesini sağlamıştı. Türkiye'nin Avrupa Birliği üye veya aday ülkeleri arasında karar lehine olumlu oy kullanan tek ülke olduğuna dikkat çekildi. Oylamada ABD ile İsrail başta olmak üzere 8 ülke aleyhte oy kullanırken, AB ülkeleri ile birlikte 74 ülke çekimser kalmıştı. BM Genel Kurulu'ndan bu kararın çıkması üzerine, İsrail'in Ankara nezdinde 3 defa girişimde bulunduğu, başta Filistin olmak üzere Arap ülkelerinin de desteğin sürmesi yönünde girişimleri olduğu öğrenildi.
İsrail ile Filistin arasında barış görüşmelerinin başlaması için, "kolaylaştırıcı" rol üstlenen Türkiye'nin tavır değişikliğinde dört noktanın etkili olduğu belirtildi.
 1- Amaç Filistinliler'in mağduriyeti karşısında, uluslararası hukuk yolunun açılmasıydı, bu yol sağlandı.
2- Ortadoğu barış sürecinde tarafların en çok güven duyduğu ülkeler arasında olan Türkiye'nin, iki ülke arasında kolaylaştırıcı rol oynayabilmesi için, bu aşamada görüş bildirmemesinin daha olumlu katkı sağlayacağı düşünüldü.
3- Utanç Duvarı konusunda, bundan sonra kararı hukuk verecektir. Türkiye de sözü artık hukuka bırakmak istiyor.
4- Mahkemenin İsrail'i suçlu bulması yüksek bir ihtimal olarak görülüyor. Türkiye bu sürecin önünü açtı, daha fazla da müdahil olmaya gerek yok görüşü ağırlık kazanıyor.” 4
1973 yılında Sir Winston Churchill'in torunu Winston Churchill III, Ariel Şaron'a İsrail'in Filistinlilerle nasıl baş edeceğini sorduğunda Şaron'un yanıtı şu olmuştu: "Biz onları salamlı sandviç yapacağız. Filistinlilerin arasına Yahudi yerleşimleri sokacağız, sonra Batı Şeria'da Yahudi yerleşimleri kurulacak. Öyle ki 25 yıl sonra ne BM ne de ABD, hiçbir kuvvet artık bizi oradan söküp atamayacak.” 5
 
 Kaynak: www.radikal.com.tr
İsrail, Orta Doğu’da başlatmış olduğu ayrımcı ve ırkçı duvar projesi ile birlikte çevre ülkelere yaydığı şiddet ve istikrarsızlık politikası ve komşu ülkelere karşı uygulamış olduğu güvenlik algısı, büyüyen bir sorunu daha da genişletme ve bu sorundan fayda sağlama düşüncesi’de israil’in en sık kullandığı seçeneklerdir. Lübnan (Güney Lübnan), Suriye (işgal altındaki Golan Tepeleri) ve Mısır’a karşı başlatığı duvar proje ile birlikte sınır boylarında komşu ülkelere karşı tehditsel algılamaları ön plana çıkararak kendi oluşturduğu güvelik politikasını uluslararası kamuoyu önünde lehine çevirme girişimleri de Filistin-israil meselesinde farklı seçenekleri kullanmasını gün yüzüne çıkarmaktadır. Doğu Akdeniz’in tartışmalı bölgesi olan Filistin-israil sorunu 1948 yılından bu yana dış etkenlerden kaynaklı olarak yıpratılmış ve çözümsülüğe doğru sürüklenmek istenmiştir. Filistinliler ayrım, direniş, gelecek endişesi, yasal olmayan ambargo, farklı etkenlerin baskıları ve bir türlü gerçekleşemeyen birliktelik adımları ile yaşamlarını devam ettirmektedirler. Filistin devletinin kurulması yada kurulmaması arasında farklı görüş ayrılıklarına düşürülen Arab milleti yıllarca bu sorunun şekillenmesi ile birlikte çevre ülkeler ile birleştirilme kararı da israil’in propagandası haline dönüşmüştür. Ürdün, Lübnan yada Mısır ile birleştirilmek istenen Filistin halkı devlet kavramı adı altında değil sadece milliyet kavramı adı altında birleştirilmek istenmesi de görüş ayrılıklarına karşı israil’in ciddi bir propagandası olduğu açıkça bilinmektedir. Filistin devletinin kurulması ile birlikte işgal kavramının ortadan kadırılma çalışmaları sınır, devlet ve millet tanımının farklı boyutlara taşınmasıyla uluslararası platformlarda daha dirençli bir devlet şekli oluşturulacaktır. Sağlam ve dirençli bir Filistin devleti israil’in hiç ama hiç istemediği bir çözüm şekli olacaktır. Güvenlik kaygılarının daha da artacağını belirten siyonizmin etkisi altında kalmış israilli yetkililer yıllarca Filistin meselesine gönül vermiş ve mücade etmiş çevre ülkeleri de ister istemez üzerine çekeceği ve bunun israil devletinin geleceğini tehdit etmek olacağı açıklanmıştır. İşgal altındaki topraklarına geri dönecek olan çevre ülkelerdeki gelişmeler sebebiyle iç savaş ve kaosun içinde mülteci statüsünde zor şartlar altında ülkelerinden ayrı yaşayan milyonlarca Filistinli ise devlet millet ve güvenlik alanının istikrara kavuşturulması ile birlikte Filistin devletini yeniden inşa edeceklerini her platformda bildirmişlerdir. Kasım 2012 yılında Filistin devletinin uluslararası alanda tanınması için başlatılan yoğun çalışmalar ile birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) gerçekleştirilen oylamada Filistin devleti statüsü tam üyelikli bir devlet statüsüne kavuşmasada doğum karnesi Kasım 2012 yılında geç de olsa verilmiştir.
Üye olmayan gözlemci devlet statüsü Nedir?Şu anki üyelere ek olarak Birleşmiş Milletler'in kabûl ettiği uluslararası acenteler, varlıklar ve üye olmayan devletler gözlemci olarak katılabilirler. Gözlemcilerin Genel Kurul'da konuşma hakları varsa da önergelerde oy verme hakları yoktur. 6
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylamada Filistin Yönetimi’nin üye olmayan gözlemci devlet statüsü başvurusu kabul edildi. Oylamada 138 ülke ‘evet’, dokuz ülke ‘hayır’ oyu kullanırken, 41 ülkeyse çekimser kaldı.
“Hayır” oyu kullanan ülkeler arasında İsrail, ABD ve Kanada'nın yanı sıra Çek Cumhuriyeti, Panama ve dört Pasifik ada ülkesi bulunuyor. Oylamada “hayır” oyu kullanan Pasifik ada ülkeleri, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru ve Palau. 7
 
Kaynak:www.tgrthaber.com.tr , Sağdaki Resim Kaynak: www.filistindayanisma.org
Kaynakça:
1 http://filistin.ihh.org.tr/insanhaklari/utancduvari/utancduvari.html
2 http://www.amnesty.org.tr/ai/node/2134
3 http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/aralik/04/d01.html
4 http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/subat/26/d02.html
5 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2646
6 http://tr.wikipedia.org/wiki/Birle%C5%9Fmi%C5%9F_Milletler_Genel Kurulu_g%C3%B6zlemcileri
7 http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121129_palestine.shtml
 
Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmış olarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder