15 Mart 2013 Cuma

SURİYE İÇ SAVAŞI'NIN 3.YILI

Arap Baharı’nı yaşamak isteyen ve buna karşılık insan kaybının en çok tanıklık edildiği ülke Suriye İslam Cumhuriyeti olmuştur. Suriye, Osmanlı’nın yıkılışı ile Fransız sömürgesine girmiş ve 1948’lerden sonra bağımsızlığını ilan etmiş bir Arap ülkesi’dir. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile bölgede pay sahipleri hayli artmış ve hissedarların bölge ülkeleri üzerindeki hesapları adeta İslâm karşıtı bir projeye dönüşmüştür. Orta Doğu doğduğu günden bu yana karmaşık ve stratejik bir bölgesi olması ile birlikte güvenlik algılarının daima gündemde kaldığı bir coğrafya’dır. Güvenlik yaklaşımları bu bölgelerde Monarşi rejimlerinin ülkeyi sarsılmaz bir şekilde kendi veliahtlarına bağlayarak halkın isteklerine ve taleplerine karşı şiddet ve susturuculuk misyonu uygulanmıştır. Otokrasi’nin Monarşi ile bütünleştiği bu bölgede halklar özgürlük ve hak isteklerini defalarca meydanlarda ve rejim binalarında anlatmaya çalışmışlarsa da her defasında ya tanklar ya da savaş uçakları ile kendilerini karşı karşıya bulmuşlardır. Monarşi sisteminin psikoanalitik süreçlerinde her zaman benlik duyguları ön plana çıkmış ve geçmişte yaşanan aile içi yönetim değişikliği ile aynı hatalar bilinç altına yüklenmiş ve tarihe utanç olarak geçecek eylemler tekrarlanmıştır. Haklı taleplere karşılık kuvvet yaklaşımı gösteren rejimler bazı rejim yanlılarını sevindirir iken bazı rejim karşıtlarını da artık dayanılmaz bir noktaya getirmiştir. Rejimler kendi görüşlerindeki ya da doğdukları yerlerdeki aşiret ve topluluklara karşı bir sempati ve devlet yardımları ile bağımlı hale getirmeleri buna karşılık aç, yoksul ve taleplerin artık yükselişe geçtiği başka görüşün bağımlılığı yok saymak için ayaklanmalara ve muhalif görüşlere katılma arzusu taraflar arasında “vatansever” ve “terörist” kavramları kullanmaların da daha açık bir şekilde belirginleşmiştir. Suriye içerisinde Sünni, Nusayri, Hristiyan, Dürzî ve az sayıda diğer Şiî İslami hizipler İsmailî, Câferî, çok az sayıda da Yahudi ve Yezidi bulunmaktadır. İç savaşın git gide rejim yönetimleri tarafından mezhepsel bir savaşa doğru dış kaynaklar ile sürüklenmesini hem kendi çıkarları hemde bölgedeki diğer rejim görüşlerinin çıkarları ile örtüşmeleri iç savaşın insani ve vicdani boyutunu arka plana itmiştir. Bölgedeki Irak, Lübnan, İran ve Suriye içerisindeki Şii yönetim ve hareketlerin Suriye meselesinde kendilerine çıkardıkları pay mezhepsel bir kaygından olduğunu her durumda açıklamasalar bile zihinlerinde mevcut olmuştur. Irak içerisindeki kargaşanın İran’ın çıkarlarına ters düşmesini İran İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman istemez. Abd’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreçte Irak’ın içerisindeki Şii ve Sünni gerilimi artık İran’ın iç meselesi gibi masaya yatırılmış, Abd ve İran bu konuda da meseleyi kendilerine çekmeyi başarmışlardır. Lübnan içerisindeki Şii hareketleri Lübnan hükümeti ile ayrılıklara ve siyasi çıkmazlara dönüşmüş ve ülke içerisindeki yönetim modeli uzun seneler dış kaynakların bilhassa Suriye’deki iç savaşın ortaya çıkmadığı yıllarda Suriye’deki  Nusayri yönetimi olan yani Beşar Esed’in Baas partisi ile birlikte Lübnan içerisindeki Şii hareketlerin görüşleri de ülke yönetimini çıkmazlara götürmüştür. Suriye’deki iç savaşın uzun yıllara yayılması bölgedeki mezheğsel yönetimlerin de bu kanlı ve şiddetli savaşa müdahil olmaları doğal’dır. Çünkü Suriye’deki nusayri yönetimi düştükten sonra sıra onlara geleceği endişesi ile vicdan ve insan rollerinin artık iç savaşlarda düşünülmediği durumlara gelinmiştir. İslâm hukukunda insan hayatı arka plana hiçbir zaman atılamaz. Tabi bu bölge ülkelerinin vicdan ve merhamet ayrımında buluşamadıkları için bölgedeki iç savaş ve kaos ortamlarının bölgedeki illegal kurulmuş olan yapı taşlarına ve topluluklarına başta israil gibi ırkçı ve nefret oluşumlarının lehine dönüşen bir gerçekleşmedir.

                    Suriye İslâm Cumhuriyeti Resmi Bayrağı ve Bir Devrimci’nin Zafer İşareti
Diğer bir yandan Türkiye ile Suriye arasında yaklaşık 3 yıl önce sınırların artık akrabalar arasındaki bağları mesafeleştirdiği düşünüldüğü ve sınırların rahatlıkla geçilmesi konusunda mutabakatlara varıldığı Türk ve Suriye hükümetleri adına alınan ortak kararlar ve görüşler ile dünya kamuoyuna demeçlerin verildiği öte yandan Türk Başbakanı Erdoğan ve Suriye Rejim Devlet Başkanı Esed’in sınırda bir Türk-Suriye çeşmesinin açılışının gerçekleştirildiği günlerden Baas partisi yönetiminin Türk-Suriye sınırında kan kustuğuna şahitlik etmiştik. Halkın isteklerine karşılık tank, tüfek ve savaş uçaklarının devreye girmesi ile insani hakların yok olduğu bir sınır ile karşı karşıya kaldık. Türk Devletinin ilk başta dini, insani, vicdani ve ahlaki durumu birinci planda tutması ile birlikte Suriye’deki rejimin kan emme politikası nefretle kınanmış silah susuncaya kadar rejim ile ilişkiler düzelmeyecekti. Türk hükümeti gerek Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve gerek ise Dış işleri Bakanı ile Suriye’deki rejimi yüzlere kez ciddi olarak uyarmış, haklı taleplere karşıık şiddeti geri plana itmesi konusunda uyarmış olsa bile rejim eski adetini tekrarlayarak Hafız Esed’in oğlu Beşar Esed ülkesindeki katliamlara babasından daha çok nefret ve şiddet güderek sürdürmesini ön plana getirmiştir. Türk hükümeti hiçbir zaman sınırlarını Suriye’deki akrabalarına ve komşularına kapatmamış bilhassa Türk toprakları içerisinde yardım sahaları uygulamıştır. 200.000’e yakın Suriyeli misafirin kaldığı Türk kurumlarınca tespit edilmiş ve Suriye’deki iç savaşın devam ettiği sürece daha çok sayıda Suriyeli misafirin geleceği tahmin edilmiştir. Türkiye hiçbir zaman insan ve merhamet karşıtı yönetimlerin yanında ve destekçisi olmadığını ifade etmiş, dünya2nın neresinde şiddet ve nefret politikası varsa karşı durumda durarak oralara yardım ve desteklerini hiçbir zaman esirgememiştir. Keşmir’den Libya’ya, Pakistan’dan Bosna Hersek’e, Filistin’den Kosovo’ya, Urumçi’den Burma’daki insanlara ulaşmış ve insani durumun yok edildiği süreçte insani ve vicdani durumu şahlandırmıştır. Suriye’deki haklı devrim Tunus, Libya ve Mısır’daki gibi hızlı bir süreçte gerçekleşmemiş, birçok dış baskının ve çıkarın eklendiği adeta küresel  restleşmelerin meydana çıktığı bir hal almıştır. Tunus’ta yaşanan devrim politik yönü ile ön plana çıkmış ordu misyon üstlenmemiştir. Libya’da ordu rejim karşıtı bir misyon üstlenmiş devrimcilere karargahlarını ve askeri malzemelerini bırakarak bu haklı davalarında kendilerinin zafer tadını tatmalarını istemiştir. Dış müdaheleler ile Libya yer altı kaynaklarının cazibe merkezi olmuş ve dış güçler sreçte aktif rol alarak NATO kapsamında rejim yanlılarına karşı zafer’de kendilerine pay çıkarmışlardır. Mısır’daki politik ve askeri süreç bir yandan Siyasi hareketlerin önünü açmış diğer yandan askeri vesayeti varlığını ön plana çıkararak Rejim çok kanlı bir süreç yaşanmadan yıkılmıştır. Fakat Diktatöryel rejimin baş aktörü Hüsnü Mübarek yargı aşamasında oğulları ile birlikte pekte objektif olmayan ve sonuç alınamayacak bir hal alan yargılama süreci trajik bir şekidle devam etmektedir. Suriye’deki devrim diğer devrimlerden çok farklı ve yavaşlatılmış olarak gerek küresel gerek ise bölgesel restleşmelerin odağı olmuştur.
 
                           Suriye İç Savaşı İçin Toplanan BMGK Kaynak: www.trthaber.com

AB, ABD, BM VE NATO bir yanda Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore, Lübnan diğer yanda soğuk savaş yıllarında restleşmelerin ve matrislerin gün yüzüne çıktığı bir dönemden “cepheleşmenin” ve küresel çıkarlar için“stratejik üs” kavramları adeta fışkırmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları, Küba Krizi, Kore savaşı, Bosna katliamı, Arap-İsrail savaşları, İran-Irak ve Köfrez savaşı, Bulgaristan göçü, Karabağ savaşı gibi birçok insan kaybının yaşandığı ve ortak özelliklerinin çıkar ve güç gösterimleri yaşanmıştır. Rusya’nın Akdeniz’e inme hırsı karşısında Abd ve İran’ın Körfez hattında savaş gemilerinin karşılaştığı, Mısır’dan yıllar sonra izin alarak Süveyş kanalından geçen İran’ın Suriye limanlarına gitmesi ve ardından Rus ve İran donanmalarının Akdeniz’de güç gösterisi ve Suriye rejimine verdiği cesaret iç savaşın derinleşmesine neden olmuştur. Rusya’ve farklı coğrafyalardan Suriye rejimine giden askeri malzemelerin Türkiye’nin hava sahasının kullandırmaması ısrarı ile insani ve vicdani görev Türk hükümetince tekrar’dan yerine getirilmiştir. Suriye meselesi Avrupa Birliğinde (Europe Union) içerisindeki Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya’nın katkı sağlaıyormuş gibi görünen fakat iç savaşın derinleşmesinin bölge ülkeleri ve yükselen Türkiye için dezavantaj olduğunun farkındalığı ile meseleye yakın durmuş gibi görünmesi samimiyetin olmadığının göstergesidir. Avrupa, Suriye Muhaliflerinin ve Devrimcilerinin görüş ve durumları hakkında net bir karar sağlayamaması da ayrıca Suriye’nin baas’sız yönetilmesindeki kritik günleri daha da uzatmasına katkı sağlamaktadır. Avrupa’daki ekonomik ve ideolojik istikrarsızlık, Arap ve İslâm alemi içerisindeki çıkar ve iç savaş hesaplaşmalarının dünya düzeni için hiçbir fayda sağlamayacağı gün gibi açıktır.  Avrupa içindeki ekonomik krizin askeri harcamalara yansımaması ayrıca çok düşündürücü bir durum’dur. Fransa’nın sunduğu Mali işgal tasarı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) ani olarak onaylanmış fakat resmi rakamlara göre 70.000’den fazla insan’ın öldüğü ve resmi olmayan rakamların ise yüzbinlerce insanın öldüğü Suriye iç savaşında BMGK içinde görüşlerin birleşmediği, çıkarların ve restleşmelerin sürdüğü bir durum ile karşı karşıyayız. Muhaliflerin rejim ile karşı karşıya gelmesi ile birlikte bölgedeki diğer ülkelerin içerisindeki rejim görüşlerininde Suriye’deki rejime gerek asker gerekse politik destek sürecin daha da karmaşık hale getirmektedir. Türk hükümetinin uzlaşı misyonu ve inşacılık anlayışına karşın bölge meselesine müdahil olmuş Rusya ve İran için sadece çıkar ve rejime kalkan olma görevi olarak cevap alınmıştır. Rusya, Suriye’deki Tarsus limanı Akdeniz ve Orta Doğu’nun kendileri için vazgeçilemez ve zorunlu olarak da Suriye rejimine verilen destekte ayrı bir durum’dur. Rusya, Suriye içindeki “stratejik üs” oluşturma görevini hiçbir zaman bırakmayacak ve bölgeyi Türk ve Abd egemenliğine karşılık kendi varlığını sürekli olarak o havzada tutmasının bölge ülkelerinin Türk ve Abd’nin askeri ve ekonomik baskısı altında kalmaması için bölgeyi adeta güç dengesinde tutma taktiği ile karşı karşıya’dır. Suriye içerisindeki kutuplaşmaların artması için ülke topraklarında rejimin farklı marjinal gruplara destek vermesi de hayli Şam heybeti adına büyük bir tarih ayıbı’dır. Halep ve Şam’a yapılan en büyük zulüm rejimin kendi halkına karşı uyguladığı vahşet politikasına karşılık Suriye’nin kuzeyi ve kuzey doğusunda yerleştirdiği ve Türk hükümetine karşı terörist gruplara müsamaha gösterdiği ve gerektiği takdir de destek vereceği söylemleri Esed rejiminin gitmesi ile birlikte sona erecektir. Türkiye gerek bölgede üstlendiği misyonu ile birlikte bölgedeki diğer ülkeler için örnek bir model olmuştur. Bu model Arap Baharı ya da Devrimi (Arab Spring or Revolution)için önümüzdeki 20 yıl adına bölgenin değişeceğine işarettir. Arap hakı piyon olmaktan çok Şah’tır. Arap milliyetini gözünde piyon olarak hisseden toplumlar direnç ve drenişin haklı mücadelenin ve ulaşılacak zaferlerin heybetinden ve zevkinden haberleri hiçbir zaman olmamış ve olmayacaktır. 

Birruh Biddem Nefdika ya SURİYY (Canımız, Kanımız sana feda ya SURİYE) Genellikle Arap halkın dini ve siyasi sloganları arasında yer almıştır. Suriye Muhalifleri ve Devrimcilerinin sloganlarında da yer almaktadır.
 
Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmış olarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder