Arap Baharı’nı yaşamak isteyen ve buna karşılık insan
kaybının en çok tanıklık edildiği ülke Suriye İslam Cumhuriyeti olmuştur. Suriye,
Osmanlı’nın yıkılışı ile Fransız sömürgesine girmiş ve 1948’lerden sonra
bağımsızlığını ilan etmiş bir Arap ülkesi’dir. Osmanlı Devleti’nin yıkılması
ile bölgede pay sahipleri hayli artmış ve hissedarların bölge ülkeleri
üzerindeki hesapları adeta İslâm karşıtı bir projeye dönüşmüştür. Orta Doğu
doğduğu günden bu yana karmaşık ve stratejik bir bölgesi olması ile birlikte
güvenlik algılarının daima gündemde kaldığı bir coğrafya’dır. Güvenlik
yaklaşımları bu bölgelerde Monarşi rejimlerinin ülkeyi sarsılmaz bir şekilde
kendi veliahtlarına bağlayarak halkın isteklerine ve taleplerine karşı şiddet
ve susturuculuk misyonu uygulanmıştır. Otokrasi’nin Monarşi ile bütünleştiği bu
bölgede halklar özgürlük ve hak isteklerini defalarca meydanlarda ve rejim binalarında
anlatmaya çalışmışlarsa da her defasında ya tanklar ya da savaş uçakları ile
kendilerini karşı karşıya bulmuşlardır. Monarşi sisteminin psikoanalitik
süreçlerinde her zaman benlik duyguları ön plana çıkmış ve geçmişte yaşanan
aile içi yönetim değişikliği ile aynı hatalar bilinç altına yüklenmiş ve tarihe
utanç olarak geçecek eylemler tekrarlanmıştır. Haklı taleplere karşılık kuvvet
yaklaşımı gösteren rejimler bazı rejim yanlılarını sevindirir iken bazı rejim
karşıtlarını da artık dayanılmaz bir noktaya getirmiştir. Rejimler kendi
görüşlerindeki ya da doğdukları yerlerdeki aşiret ve topluluklara karşı bir
sempati ve devlet yardımları ile bağımlı hale getirmeleri buna karşılık aç, yoksul
ve taleplerin artık yükselişe geçtiği başka görüşün bağımlılığı yok saymak için
ayaklanmalara ve muhalif görüşlere katılma arzusu taraflar arasında “vatansever”
ve “terörist” kavramları kullanmaların da daha açık bir şekilde belirginleşmiştir.
Suriye içerisinde Sünni, Nusayri, Hristiyan, Dürzî ve az sayıda diğer Şiî
İslami hizipler İsmailî, Câferî, çok az sayıda da Yahudi ve Yezidi
bulunmaktadır. İç savaşın git gide rejim yönetimleri tarafından mezhepsel bir
savaşa doğru dış kaynaklar ile sürüklenmesini hem kendi çıkarları hemde
bölgedeki diğer rejim görüşlerinin çıkarları ile örtüşmeleri iç savaşın insani
ve vicdani boyutunu arka plana itmiştir. Bölgedeki Irak, Lübnan, İran ve Suriye
içerisindeki Şii yönetim ve hareketlerin Suriye meselesinde kendilerine
çıkardıkları pay mezhepsel bir kaygından olduğunu her durumda açıklamasalar
bile zihinlerinde mevcut olmuştur. Irak içerisindeki kargaşanın İran’ın
çıkarlarına ters düşmesini İran İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman istemez. Abd’nin
Irak’ı işgali ile başlayan süreçte Irak’ın içerisindeki Şii ve Sünni gerilimi
artık İran’ın iç meselesi gibi masaya yatırılmış, Abd ve İran bu konuda da
meseleyi kendilerine çekmeyi başarmışlardır. Lübnan içerisindeki Şii
hareketleri Lübnan hükümeti ile ayrılıklara ve siyasi çıkmazlara dönüşmüş ve
ülke içerisindeki yönetim modeli uzun seneler dış kaynakların bilhassa Suriye’deki
iç savaşın ortaya çıkmadığı yıllarda Suriye’deki Nusayri yönetimi olan yani Beşar Esed’in Baas partisi
ile birlikte Lübnan içerisindeki Şii hareketlerin görüşleri de ülke yönetimini
çıkmazlara götürmüştür. Suriye’deki iç savaşın uzun yıllara yayılması bölgedeki
mezheğsel yönetimlerin de bu kanlı ve şiddetli savaşa müdahil olmaları doğal’dır.
Çünkü Suriye’deki nusayri yönetimi düştükten sonra sıra onlara geleceği
endişesi ile vicdan ve insan rollerinin artık iç savaşlarda düşünülmediği
durumlara gelinmiştir. İslâm hukukunda insan hayatı arka plana hiçbir zaman
atılamaz. Tabi bu bölge ülkelerinin vicdan ve merhamet ayrımında
buluşamadıkları için bölgedeki iç savaş ve kaos ortamlarının bölgedeki illegal
kurulmuş olan yapı taşlarına ve topluluklarına başta israil gibi ırkçı ve nefret
oluşumlarının lehine dönüşen bir gerçekleşmedir.

Suriye İslâm Cumhuriyeti Resmi Bayrağı ve Bir Devrimci’nin
Zafer İşareti
Diğer bir yandan Türkiye ile Suriye arasında
yaklaşık 3 yıl önce sınırların artık akrabalar arasındaki bağları
mesafeleştirdiği düşünüldüğü ve sınırların rahatlıkla geçilmesi konusunda
mutabakatlara varıldığı Türk ve Suriye hükümetleri adına alınan ortak kararlar
ve görüşler ile dünya kamuoyuna demeçlerin verildiği öte yandan Türk Başbakanı
Erdoğan ve Suriye Rejim Devlet Başkanı Esed’in sınırda bir Türk-Suriye
çeşmesinin açılışının gerçekleştirildiği günlerden Baas partisi yönetiminin
Türk-Suriye sınırında kan kustuğuna şahitlik etmiştik. Halkın isteklerine
karşılık tank, tüfek ve savaş uçaklarının devreye girmesi ile insani hakların
yok olduğu bir sınır ile karşı karşıya kaldık. Türk Devletinin ilk başta dini,
insani, vicdani ve ahlaki durumu birinci planda tutması ile birlikte Suriye’deki
rejimin kan emme politikası nefretle kınanmış silah susuncaya kadar rejim ile
ilişkiler düzelmeyecekti. Türk hükümeti gerek Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve gerek
ise Dış işleri Bakanı ile Suriye’deki rejimi yüzlere kez ciddi olarak uyarmış,
haklı taleplere karşıık şiddeti geri plana itmesi konusunda uyarmış olsa bile
rejim eski adetini tekrarlayarak Hafız Esed’in oğlu Beşar Esed ülkesindeki
katliamlara babasından daha çok nefret ve şiddet güderek sürdürmesini ön plana
getirmiştir. Türk hükümeti hiçbir zaman sınırlarını Suriye’deki akrabalarına ve
komşularına kapatmamış bilhassa Türk toprakları içerisinde yardım sahaları
uygulamıştır. 200.000’e yakın Suriyeli misafirin kaldığı Türk kurumlarınca
tespit edilmiş ve Suriye’deki iç savaşın devam ettiği sürece daha çok sayıda
Suriyeli misafirin geleceği tahmin edilmiştir. Türkiye hiçbir zaman insan ve
merhamet karşıtı yönetimlerin yanında ve destekçisi olmadığını ifade etmiş,
dünya2nın neresinde şiddet ve nefret politikası varsa karşı durumda durarak oralara
yardım ve desteklerini hiçbir zaman esirgememiştir. Keşmir’den Libya’ya, Pakistan’dan
Bosna Hersek’e, Filistin’den Kosovo’ya, Urumçi’den Burma’daki insanlara ulaşmış
ve insani durumun yok edildiği süreçte insani ve vicdani durumu
şahlandırmıştır. Suriye’deki haklı devrim Tunus, Libya ve Mısır’daki gibi hızlı
bir süreçte gerçekleşmemiş, birçok dış baskının ve çıkarın eklendiği adeta
küresel restleşmelerin meydana çıktığı
bir hal almıştır. Tunus’ta yaşanan devrim politik yönü ile ön plana çıkmış ordu
misyon üstlenmemiştir. Libya’da ordu rejim karşıtı bir misyon üstlenmiş
devrimcilere karargahlarını ve askeri malzemelerini bırakarak bu haklı
davalarında kendilerinin zafer tadını tatmalarını istemiştir. Dış müdaheleler
ile Libya yer altı kaynaklarının cazibe merkezi olmuş ve dış güçler sreçte
aktif rol alarak NATO kapsamında rejim yanlılarına karşı zafer’de kendilerine
pay çıkarmışlardır. Mısır’daki politik ve askeri süreç bir yandan Siyasi
hareketlerin önünü açmış diğer yandan askeri vesayeti varlığını ön plana
çıkararak Rejim çok kanlı bir süreç yaşanmadan yıkılmıştır. Fakat Diktatöryel
rejimin baş aktörü Hüsnü Mübarek yargı aşamasında oğulları ile birlikte pekte
objektif olmayan ve sonuç alınamayacak bir hal alan yargılama süreci trajik bir
şekidle devam etmektedir. Suriye’deki devrim diğer devrimlerden çok farklı ve
yavaşlatılmış olarak gerek küresel gerek ise bölgesel restleşmelerin odağı
olmuştur.

Suriye
İç Savaşı İçin Toplanan BMGK Kaynak: www.trthaber.com
AB, ABD, BM VE NATO bir yanda Rusya, Çin, İran,
Kuzey Kore, Lübnan diğer yanda soğuk savaş yıllarında restleşmelerin ve
matrislerin gün yüzüne çıktığı bir dönemden “cepheleşmenin” ve küresel çıkarlar
için“stratejik üs” kavramları adeta fışkırmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları,
Küba Krizi, Kore savaşı, Bosna katliamı, Arap-İsrail savaşları, İran-Irak ve
Köfrez savaşı, Bulgaristan göçü, Karabağ savaşı gibi birçok insan kaybının
yaşandığı ve ortak özelliklerinin çıkar ve güç gösterimleri yaşanmıştır. Rusya’nın
Akdeniz’e inme hırsı karşısında Abd ve İran’ın Körfez hattında savaş
gemilerinin karşılaştığı, Mısır’dan yıllar sonra izin alarak Süveyş kanalından
geçen İran’ın Suriye limanlarına gitmesi ve ardından Rus ve İran donanmalarının
Akdeniz’de güç gösterisi ve Suriye rejimine verdiği cesaret iç savaşın
derinleşmesine neden olmuştur. Rusya’ve farklı coğrafyalardan Suriye rejimine
giden askeri malzemelerin Türkiye’nin hava sahasının kullandırmaması ısrarı ile
insani ve vicdani görev Türk hükümetince tekrar’dan yerine getirilmiştir. Suriye
meselesi Avrupa Birliğinde (Europe Union) içerisindeki Fransa, İngiltere,
Almanya ve İtalya’nın katkı sağlaıyormuş gibi görünen fakat iç savaşın
derinleşmesinin bölge ülkeleri ve yükselen Türkiye için dezavantaj olduğunun
farkındalığı ile meseleye yakın durmuş gibi görünmesi samimiyetin olmadığının
göstergesidir. Avrupa, Suriye Muhaliflerinin ve Devrimcilerinin görüş ve
durumları hakkında net bir karar sağlayamaması da ayrıca Suriye’nin baas’sız
yönetilmesindeki kritik günleri daha da uzatmasına katkı sağlamaktadır. Avrupa’daki
ekonomik ve ideolojik istikrarsızlık, Arap ve İslâm alemi içerisindeki çıkar ve
iç savaş hesaplaşmalarının dünya düzeni için hiçbir fayda sağlamayacağı gün
gibi açıktır. Avrupa içindeki ekonomik
krizin askeri harcamalara yansımaması ayrıca çok düşündürücü bir durum’dur.
Fransa’nın sunduğu Mali işgal tasarı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK)
ani olarak onaylanmış fakat resmi rakamlara göre 70.000’den fazla insan’ın
öldüğü ve resmi olmayan rakamların ise yüzbinlerce insanın öldüğü Suriye iç
savaşında BMGK içinde görüşlerin birleşmediği, çıkarların ve restleşmelerin
sürdüğü bir durum ile karşı karşıyayız. Muhaliflerin rejim ile karşı karşıya
gelmesi ile birlikte bölgedeki diğer ülkelerin içerisindeki rejim
görüşlerininde Suriye’deki rejime gerek asker gerekse politik destek sürecin
daha da karmaşık hale getirmektedir. Türk hükümetinin uzlaşı misyonu ve
inşacılık anlayışına karşın bölge meselesine müdahil olmuş Rusya ve İran için
sadece çıkar ve rejime kalkan olma görevi olarak cevap alınmıştır. Rusya,
Suriye’deki Tarsus limanı Akdeniz ve Orta Doğu’nun kendileri için vazgeçilemez
ve zorunlu olarak da Suriye rejimine verilen destekte ayrı bir durum’dur.
Rusya, Suriye içindeki “stratejik üs” oluşturma görevini hiçbir zaman
bırakmayacak ve bölgeyi Türk ve Abd egemenliğine karşılık kendi varlığını sürekli
olarak o havzada tutmasının bölge ülkelerinin Türk ve Abd’nin askeri ve
ekonomik baskısı altında kalmaması için bölgeyi adeta güç dengesinde tutma
taktiği ile karşı karşıya’dır. Suriye içerisindeki kutuplaşmaların artması için
ülke topraklarında rejimin farklı marjinal gruplara destek vermesi de hayli Şam
heybeti adına büyük bir tarih ayıbı’dır. Halep ve Şam’a yapılan en büyük zulüm
rejimin kendi halkına karşı uyguladığı vahşet politikasına karşılık Suriye’nin
kuzeyi ve kuzey doğusunda yerleştirdiği ve Türk hükümetine karşı terörist
gruplara müsamaha gösterdiği ve gerektiği takdir de destek vereceği söylemleri Esed
rejiminin gitmesi ile birlikte sona erecektir. Türkiye gerek bölgede üstlendiği
misyonu ile birlikte bölgedeki diğer ülkeler için örnek bir model olmuştur. Bu
model Arap Baharı ya da Devrimi (Arab Spring or Revolution)için önümüzdeki 20
yıl adına bölgenin değişeceğine işarettir. Arap hakı piyon olmaktan çok Şah’tır.
Arap milliyetini gözünde piyon olarak hisseden toplumlar direnç ve drenişin
haklı mücadelenin ve ulaşılacak zaferlerin heybetinden ve zevkinden haberleri
hiçbir zaman olmamış ve olmayacaktır.
Birruh Biddem Nefdika ya SURİYY (Canımız, Kanımız
sana feda ya SURİYE) Genellikle Arap halkın dini ve siyasi sloganları arasında
yer almıştır. Suriye Muhalifleri ve Devrimcilerinin sloganlarında da yer
almaktadır.
Bu yazı geneli itibari
ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmış olarak EMRE AÇIKEL'e
aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder