29 Mart 2013 Cuma

Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Körfez Ülkelerinin Güvenlik Epistemolojisi

20.yüzyıl başlarında planlanmış bir şekilde başlayan sorunlu sınır ve güvenlik tehditlerine karşılık, yıllardır Orta Doğu ve Körfez coğrafyasına hapsedilmiş istikrarsızlık ve kaos ortamı 21.yüzyıl sonlarına dek devamı istenen devlet, halk ve sınır yıpratma projesi’dir. Güvenlik oluşumunun devlet yöneticileri ve idarecileri tarafından doğrudan oluşturulamaması nedeniyle ortaya çıkan her türlü tehdit senaryoları bazıları için görev misyonu anlamına gelmektedir.  Epistemoloji Nedir? Bilgi felsefesi olarak tanımlanmaktadır. Bilgiye nasıl ulaşılacağı konusunda ilke ve yollara işaret eden felsefe dalıdır. Peki Güvenlik Epitemolojisi  Nedir? Güvenlik kavramına nasıl ulaşılacağını işaret eder. Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerin özellikle Orta Doğu ve Körfez politikaları nedeni ile sömürü ve hegemonik bir izlenim oluşturması devlet iç yapılanması ve halk taleplerine karşı orantısız bir yaklaşım olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Hegemonya nedir? 1 “bir sistem içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olduğunu belirtir.” 1 Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Hegemonya Halkların istek ve taleplerine karşı başlatılan dış güç destekli yardım stratejileri sadece devlet geleneği olmadığı ve bağımsızlıklarının bu gibi devletlerden kazanıldığı bilinci ile bağımlılık stratejisi halen üzerlerinden atılamamasının en önemli problemlerinden birisidir. Osmanlı devleti hakimiyet kurduğu bütün topraklar üzerinde ekonomik, kültürel, askeri ve siyasi hareketler doğrultusunda genişlemiş ve sağlıklı bir şekilde büyümesine karşılık, içerisinde ayaklanmaların yavaş yavaş başlatıldığı ve dış kaynaklı projelerin hayata geçirilmesi ile birlikte şimdi oluşturulan meselelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
                                                 
Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Körfez Coğrafyası (Middle East, North Africa and Gulf Geography) Kaynak: www.orsam.org.tr
Orta Doğu, Balkanlar, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Körfez ve Asya coğrafyasında oluşturulmak istenen güvenlik tehdit ve algılarının sonucunda psikolojik bir Osmanlı devlet geleneğinin yıpratılmasını içermektedir. Yüzyıllardır hakimiyetin sona ermesi ile oluşturulan güvensiz, istikrarsız ve ekonomik olarak çöküntüler yaşayan bir coğrafya’nın sunulmasındaki dış kaynaklı destekler bugün daha çok gün yüzüne çıkmaktadırlar. Bugün ülkelerin siyasi güvensizlik ve politikasızlığın sonuçları olarak dış güçlerin bölge üzerindeki varlıkları ve ülke liderlerinin bu güçlere direkt olarak bağımlılığı söz konusudur. Ülke yapılarının bölgede diğer ülkelerden daha güçlü ve dağınık bir güç odağı olma hevesleri ile askeri ve diplomatik bağlarını farklı ülke ve güçler üzerinde konumlandırması ile doğan çıkar çatışması ve siyasi istikrarsızlık dönemlerini ortaya çıkarmaktadır. Birinci dünya savaşındaki güç dengeleri ile ikinci dünya savaşındaki güç dengelerinin ne denli kuvvetli olduğu ve bu kuvvet şovunun git gide bölgelerarası stratejik üs oluşturma çabaların ile kendi ülke çıkarları doğrultusunda uzlaştırma hevesleri arasında gidip gelmiştir. Büyük çıkar ve güç gösterisi savaşların dünya üzerinde değişen teknolojik hırs ve rekabet ile doğru orantılı olduğunu fark ediyoruz. İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya ve Çin ekseninde ilerleyen askeri güç gösterileri BM, NATO VE AB gibi oluşumlar ile nükleer, uzay araştırmaları, ticaret ve yeni diplomatik güçlerin Hindistan, Japonya, Brezilya, İran, Türkiye, Kuzey Kore’yi meydana çıkarmıştır. Orta Doğu’ya direkt bağlantılı ABD ve Rusya arasındaki restleşmelerin bölgede farklı üs oluşturma havasına çok girildiğini belli etmektedir. ABD güdümlü oluşturulan yeni ve sağlıksız bir proje olan israil projesine karşılık Rusya’nın Akdeniz içerisinde Suriye eksenli devamlılık politikası’dır. İsrail’in devlet geleneği olmadığı gibi politika ve diplomasi geleneğine uzak kalması güç ve kuvvet odaklı oluşturulması ABD’nin bölgedeki çıkarları için sarsızlmaz müttefik ifadesini kanıtlar niteliktedir. Rusya’nın Orta Doğu ve Körfez politikaları arasındaki İran ve Suriye yakınlaşmasına karşılık ABD’nin Türkiye ve israil ile Arap Baharına karşı politikası istemesi’de aynıdır. Fakat yükselen ve büyüyen bir Türkiye, israil’in 2010 yılında işlediği Mavi Marmara katliamı ve yıllardır nefret ve kin uyguladığı Filistin politikası ile yok olma noktasına gelen bu stratejik ilişki ABD’nin bölge çıkarları için Ürdün ve Mısır’a kayması da bölgenin çarpık ve sağlıksız liderlerini ortaya çıkarmaktadır. ABD, Arap Baharı ile yeni şekillenen ülke yönetimleri ve halk psikolojisine rağmen devrimlerin diktatör ve otokratik liderlerin gitmesi ile birlikte kendi politikasını yeniden istikrarlaştırma çabasına gireceğine işaret olabilir. ABD’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika eksenli dış politikasında yeni arayışlar içerisinde girmesi bölgedeki ülkeler içerisinde yıllardır kendi politikasının varlığının aniden kaybolmayacağı ümidi ile yeni yönetimlere karşı politika istikrarı gündeme gelebilir. Dış kaynaklı güçlerin bölgedeki yeni oluşumdan yeni görev misyonu üretme politikaları eskiden ortaya çıkan ve bu güçler tarafından kullanılan liderleri yeniden hortlatabilir. Bölge güvenlik algısının tekrar yap-boz olma hali coğrafya insanı üzerindeki yıpranma ve tükenme hissi de bir o kadar artacaktır. Avrupa Birliği içerisindeki ekonomik çalkantılar ve iflasların tek tek üye ülkeleri vurması ile birlikte iç ve dış güvenlik politikalarını tekrar’dan gündeme getirecektir.
                                            
                     Dünya Rezervlerinin En Kanlı Politikası Haline Dönüştürülen Petrol Gücü
Bölge’de yıllardır yeraltı ve üstü kaynakların dış güçler tarafından sürekli olarak iştah ve cazibe oluşturması bölgenin istikrar zeminine kavuşamamasıyla bağlantılıdır. 1980-1988 yılları arasında kazanın ve kaybedenin halen belirlenemediği fakat insanlık ihlallerinin çok yüksek olduğu İran-Irak savaşının en önemli sebeplerinden bir taneside yeraltı kaynakları olmuştur. Bölge’nin yeraltı kaynaklarına hakim olunması ve geniş straejik bölgelerin hakimiyet hevesleri ile birlikte birçok dış gücün buralara politika belirlemesi ve uluslararası kuruluşlarda söz hakkını kullanması çok önemli bir örnek olacaktır. İran-Irak savaşının oluşumundaki sebeplerin çokluğu arasında güvenlik ve askeri destek alan ülke liderlerinin bölgedeki konumlarını çok yüksek bir seviyelere taşıma heveslerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Irak’a kaydırılan birçok askeri malzemeler Rusya’dan gelir ike nsavaşın seyrinde Rusya’nın İran’ı seçmesi bölgedeki farklılığın hat safhaya çekilmek istenmesinin meydana çıkarmaktadır. Rusya’nın bögledeki iki önemli kartını kaybetmeme yarışında silah ve askeri malzeme desteği halen bölgede hakimiyeti yüksektir. Suriye gibi bir ülke’nin içerisine ve limanlarına yerleşmiş Rus üsleri geçmişte oluşturulan İran-Irak savaşının gölgesi gibi parlamaktadır. ABD’nin bir Şah yönetimini yıllardır Sovyet tehdidine karşı oluşturması ilerleyen yıllarda şah yönetiminin devrilmesi ile kendi adeta karşı güç çıkarması “stratejik üs” kavramının ters teptiğine işarettir. İran’in İslam Cumhuriyeti olmadan ve Humeyni döneminden önceki yıllarda Sovyet tehdidine karşılık İran’ın şimdiki nükleer gücü ABD’nin eski İran Şah yönetiminin desteklemesindeki tohumları olmuştur. ABD, NATO, AB, Rusya, İran, Türkiye ve uzaktan vuran güç olarak tanımladığım Çin’in varlığı Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Körfez coğrafyasındaki stratejik hamlelerin çoğalarak güç, nükleer, restleşme, diplomasi ve ticaret savaşlarına doğru gidileceğini işaret etmektedir. Türkiye’nin Arap Ülkeler üzerindeki varlığı git gide ağırlaşırken süper güçlerin ve yeni doğan güç odaklarının bir Türkiye hamlesini ve etkisini düşünmeleri güç ve kuvvet ekseninden diplomasi ve ticaret eksenine doğru kayan dengeyi işaret edecektir. Türkiye’nin yumuşak politikası bölgedeki güç ve restleşme politikasını yenmesi ile birlikte nükleer ve kimyasal tehditlerin de zamanla ortadan kalkacağının göstergesi olacaktır. Nükleer ve kimyasal gücün kullanımlarından öte bunların varlığı ülkelerin caydırıcılık ve restleşme politikalarında etkili olacağı aşikardır. Bölge adına farklı bir örnek ise Irak-Kuveyt savaşı olmuştur. Coğrafya’nın Orta Asya ve Uzak Doğu ile bağlantısıile birlikte Avrupa ve Kafkaslar arasındaki önemli güç arzusu Irak’ı sonu dönülemeyen bir savaşa itmiştir. Kuveyt'teki petrol sahaları ile birlikte Körfez coğrafyasına hakimiyetin başlangıcı olarak görülen bu savaş adımı Irak’ın parçalanma, bölünme ve mezhepsel bir ayrıma sürüklemiştir. Kürt, Türkmen, Dürzi, Alevi, Şii, Sünni ve farklı etnik kökenlerin ve mezheplerin çok sesliğine doğru gitmiş ve Saddam Hüseyinli Irak şov ve hırs gösterisini tamamlayamadan 2003 yılında ingiltere destekli ABD işgalini getirmiştir. Günümüze kadar milyonlarca Irak’lının ölümüne, yaralı ve tecavüze uğrayan binlerce insanı ortaya çıkarmıştır. Bölge üzerinde farklı bir örnek ise Arap-israil savaşları olmuştur. Kronolojisi ile birlikte trajik bir duruma sürüklenen Arap milliyetine karşılık Filistin topraklarında yaşanacak güç gösterileri hevesi ve iştahı tekrardan kabarmıştır. 1956 Süveyş Krizi, 1967 Altı Gün Savaşı, 1973 Yom Kippur Savaşı, Lübnan İç Savaşı, İlk İntifada, İkinci İntifada, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı, Gazze Savaşı, Gazze Şeridi hava saldırıları olarak sıralayacağımız ve bölgede israil projesinin oluşturulmasında en güçlü desteği veren ABD politikası artık AB ve Rusya’nın politikaları ile yeşermiştir. Arap halkına silah ve askeri malzeme desteği veren iki süper gücün (ABD-Rusya) soğuk savaş’tan sonra farklı olmayan stratejileri Orta Doğu, Kuzey Afirka ve Körfez ülkeleri ve halklar üzerinde güvenlik algıların sadece bölgeye hakimiyet  kurmak isteyenlerin güvenlik algılarının geçerli olduğu ısrarla ispatlanmaya çalışılmıştır. Bu coğrafyadaki devlet içerisindeki halk yanlı liderlerin doğmasına müsade edilmemiş ve çoğulculuk ilkesi yok edşilmeye çalışılmıştır. Dünya sisteminde artık tek sesliğin devam süreci kanlı devrimler ile halklar tarafından yok olmaya muhtaç hale getirilmiştir.

Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmış olarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder