8 Ekim 2014 Çarşamba

Masadaki Romantizm “Kıbrıs için Müzakere, Çözüm Arayışları ve Rezerv Restleşmeleri”

 
GİRİŞ
 

Kıbrıs’taki müzakere yöntemleri Rumlar tarafından engellenmiş hatta müzakerelerden çekilme kararı alınmışsa da Kıbrıslı Türkler çözüm şartlarını genişletmekte ve farklılıkları ortadan kaldırmak için büyük bir fedakarlık örneği göstermektedirler. KKTC ve Kıbrıslı Türkler sorunun en başından bu yana gerekli olan iradeyi ortaya koymuş ve çözüme katkı yollarını tıkamamışlardır. Yıllardır Rum tarafının patrikhane ile olan gayri meşru ilişkisi sorunu daha da derinleştirmiş Ada’nın güney kesimindeki siyasi statü adeta rol değiştirmiştir. Biriktirilmiş yada nefret birikimi haline dönüştürülmüş hatalar gerek Rum siyasi liderleri üzerinde geniş bir baskı kampanyasına dönüştürülmüş gerekse dini otoriteler tarafından belli başlıklar halinde bloklara dönüştürülmüştür. Güney Rum Kesiminin ikili müzakerelerdeki daraltıcı sistemleri gerek BM Genel Sekreterlerini gerekse AB Parlamenterlerini zor duruma düşürmüştür. AB üyesi olan Rum tarafının Kıbrıs müzakere sürecindeki olumsuz tavırları garantör ülke Yunanistan tarafından desteklenmiş bilhassa bu olumsuz tavır Türkiye’nin AB sürecine dahil edilmek istenmiştir. Bir başka garantör ülke olan Türkiye’nin özellikle Kıbrıs meselesinde 2004 yılındaki Annan Planı’ndaki olumlu tavırları ve eylemleri ne Yunanistan ne de Rum Kesimi tarafından aynı şekilde destek bulamamıştır.

 
Kıbrıs adasında bulunan yer altı ve yer üstü doğal kaynakların Türkiye ve KKTC tarafından iki tarafça paylaşılmasını ön gören teklifler ve şartlar Rum kesimi tarafından reddedilmiş ve Rumların tek taraflı olarak doğal kaynaklara sahip olma arzusu Kıbrıs meselesini daha derinleştirmiştir. İkili suçlamalar ve taraflar arasındaki anlaşmazlıklar, sürece dolaylı yollardan müdahil olan ülkeler (İngiltere ve ABD) tarafından da derinleştirilmiştir. Kıbrıslı Türklerin en doğal hakkı olan doğal kaynakların iki tarafça eşit haklar tarafından kullanılmasını öngören maddeler maalesef Rumlar tarafından masada önyargılı olarak reddedilmiştir. Masadaki Romantizm hem AB hem de BM yetkililerince çözüm arayışlarını askıya almalarının belirli süre dahilinde olumlu olacağı kanısına varılmıştır. Taviz ve Ret arasında gidip gelen Rum kesiminin Türk tarafına karşı önyargılı yaklaşımı Kıbrıs meselesini çözümsüzlüğe sürüklemiştir. Türk tarafının geniş kapsamlı çözüm arayışları Rum tarafınca yeterli ölçüde karşılık bulamamıştır. KKTC tarafının bütünü ile toprak tavizinde bulunmasını bekleyen Rum tarafının Yeşil hat ve Maraş meselesinde de aynı tavizi bekleme yarışına girmesi Kıbrıslı Türkler açısından tuhaf ve endişe ile karşılanmaktadır. (EMRE AÇIKEL)
 
        
 

Münhasır Ekonomik Bölge Nedir?

Münhasır ekonomik bölge (MEB) Deniz Hukuku ile ilgili Birleşmiş Milletler Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgar enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleridir. Bu alan devletin denize olan kıyı kenarından, denize doğru karasularında 200 deniz mili dışına kadar uzanır. Argo kullanımında, bu terim devletin kabul edilen karasularının tamamında ve hatta 200 millik sınırın ötesinde kıta sahanlığı içerecek şekilde kullanılmaktadır.

Genel olarak MEB, bir ülkenin kıyı başlangıcından itibaren denizi/okyanusa doğru 200 deniz mili (370 km.) kadar uzanır. Bu kuralın istisnası ise, ülkelerin MEB'leri örtüştüğü / birbiri ile çakıştığı zamanlarda, diğer bir deyişle ülkenin kıyı başlangıcından itibaren diğer ülkeye ait deniz sınırına ulaşıncaya kadar 400 deniz mili (740 km) mesafe bulunmadığındadır. Böyle bir durum meydana geldiğinde ise, MEB devletlerin deniz sınırı tasvir edilerek belirlenir. Genellikle bu gibi durumlarda MEB, en yakın devletin varsayılan sınırları ile örtüştüğü alandır. (Kaynak 1)
 

 Uluslararası Hukuk Bakımından Münhasır Ekonomik Bölge Kavramının Ortaya Çıkışı
 

 Devletlerin denize ilişkin egemenlik iddiaları yavaş yavaş olmuştur. Önceleri sadece güvenliklerini sağlamak amacıyla devletler taleplerde bulunurken, daha sonraları canlı kaynaklardan yararlanma şeklinde bu iddiaların genişletildiği görülmektedir. Devletin tam egemenliğine tabi deniz alanları iç sular ve karasularıdır. Bilhassa iç sularda devletlerin tartışmasız egemenliği kabul edilmektedir. Karasularında ise, milletlerarası hu-kukun gereklerine uygun, sahildar devletin egemenliğinde birtakım sınırlamalar yapılmıştır.

Örneğin, karasularında diğer devletlerinde haklarını korumak amacıyla, seyrü-seferin devamı için ‘zararsız geçiş hakkı’ milletlerarası hukukun kabul ettiği bir ilke haline gelmiştir. Sınırlı egemenliğe tabi deniz alanları ise, karasularından daha sonra kabul edilmiştir. ‘Bitişik bölge’ hukuken 1930 Konferansı’ndan sonra, 1958 Sözleşmesiyle tamamen devletler hukukuna girmiştir. ‘Kıta sahanlığı’, 1945 Truman Bildirisi’nden sonra geliştirilmiş ve 1958 Sözleşmesiyle milletlerarası hukuktaki yerini almıştır. Bizim inceleme konumuz olan ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ kavramı ise 1960 Konferansı’ndan sonra gelişmiş ve 1982 BMDHS ile çoğu örf ve adet hukuku haline gelmiş kurallar geliştirilerek kodifike edilmek yoluna gidilmiştir. Münhasır ekonomik bölge kavramının incelenebilmesi için, deniz hukukunun neredeyse başlangıçtan itibaren günümüze kadar geçirdiği tüm evrelerin incelenmesi gerekmektedir. Çünkü, milletlerarası hukuktaki gelişmeler, örneğin yeni devletlerin milletlerarası topluma katılması ve bu devletlerin büyük çoğunluğunun az gelişmişlik sürecinde bulunmaları milletlerarası toplumda yeni iddiaların, çekişmelerin kaçınılmaz olduğunu göstermiş-tir. Bazı yazarların ifade ettiği gibi, yeni ve fakir olan bu devletler, savunmasız ve iktisaden zayıf olmalarından dolayı, büyük askeri ve ekonomik gücü olan devletlere karşı milletlerarası hukukun korumasına ihtiyaç duymaktadırlar. Çünkü, devletlerin denizler konusundaki yetki iddialarında, ekonomik nedenler en başta yer almaktadır.


BİTİŞİK SULARDA SAHİLDAR DEVLETLERİN YETKİSİ VE GELİŞİMİ  

Coğrafi ve fiziki bakımdan bir bütünlük arz eden denizlerin hukuki bakımdan bölümlere ayrılması yoluna gidilmiştir. Bu bölümleme gözle görülebilir veya kesin değildir. Çünkü ortaçağlarda, yani bölümlemenin ilk başlangıcında, denizler, ‘açık denizler’ ve “karasuları” olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Günümüzde ise bu bölümlemede, iç sular, karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve açık deniz yer almaktadır.

Devletler hukukunun kurucusu olarak kabul edilen Hugo Grotius tarafından geniş ölçüde savunulan mare liberum (açık deniz) ilkesi ne kadar eski ise sahil suları veya bitişik sular kavramı da o kadar eskidir. Sahil suları terimine karasuları ve bitişik bölge kavramları girmektedir2.
 
Karasuları, devletin kara ülkesi veya iç sularının dış sınırından itibaren açık denize doğru, devletin kendi milli mevzuatına dayanarak milletlerarası hukukun kabul ettiği belirli bir genişlikteki deniz alanıdır3. Günümüze kadar olan gelişmeler göstermiştir ki, bugün tartışmasız olarak karasuları devletin egemenliğine tabi deniz alanları içersinde yer almaktadır. Fakat, milletlerarası hukuk bakımından bu egemenliğe bazı sınırlamalar getirilmiştir. Bunlardan en önemlisi ‘zararsız geçiş hakkıdır’4. Ayrıca, sahildar devle-tin gemiler üzerindeki yargılama hakkında da bazı kısıtlamalar yapılmıştır. Milletlerarası hukukun getirdiği bu kısıtlamalar dışında sahildar devletin egemenliği tam-dır. Örneğin, balıkçılık bizi ilgilendiren en önemli konudur. Bu konuda sahildar devlet, ülkesel egemenliğinin5 gerektirdiği tüm düzenlemeleri yapma yetkisine sahiptir. Buradaki hakları sadece kendi vatandaşlarına hasretme yoluna gidebileceği gibi, antlaşmalar yoluyla diğer devletlerin vatandaşlarına da bazı haklar tanımak yoluna gidebilir. Yani bu alanda sahildar devlet tekel yetkisine sahiptir. Bu tekel yetkisi, avlanma konusunda olduğu gibi düzenleme yapma yetkisi bakımından da söz konusudur.

Sahildar devletlerin kıyılarına bitişik deniz alanlarında yetki icra edebilmeleri görüşü 14. yüzyıla, hatta, Romalıların Akdeniz’deki uygulamaları nedeniyle bu devre kadar indirgenebilir6.

İlkçağlarda, denizin kullanımında ulaşım önemli bir yer tutmuştur. Daha sonra balıkçılık amacıyla da deniz kullanılmaya başlanmıştır. Bu iki amaçla denizin kullanımı ise büyük deniz gücüne sahip olmayı gerektirmekteydi. Bu nedenle zayıf devletler geniş karasuları talep ederken, güçlü devletler ise, daha az karasuları istemekteydiler7.

Karasularının genişliği meselesi, milletlerarası hukukun en çok uğraştığı konular-dan birisidir. Başlangıçta, ‘top atışı mesafesi’8, ‘ufuk hattı görüşü’9, ‘bir yelkenli ile iki günlük mesafe’10 gibi değişken mesafeler önerilmiştir11. Daha sonraları ise, sabit bir genişlik getirilmesi düşüncesiyle “3 mil12 genişliğin, milletlerarası hukukun kabul edebileceği bir genişlik olduğu üzerinde durulmuştur.

Milletler Cemiyeti döneminde milletlerarası hukukun bazı konuları13, kodifike edilmeye değer bulunmuştur. Bunlardan birisi de karasularıdır. 1930 yılında La Haye’de toplanan Deniz Hukuku Konferansı’nda resmi bir sonuç elde edilememiştir. Fakat karasularının asgari genişliğinin 3 mil, azami genişliği ise 6 mil olduğu konusunda devletler arasında aşağı yukarı bir mutabakat oluşmuştur.

Birleşmiş Milletler döneminde de milletlerarası hukukun kodifikasyonu yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bunlardan en önemlisi Milletlerarası Hukuk Komisyonu’nun uzun çalışmaları sonucunda oluşturulan ve 1958 Cenevre Konferansı’nda devletlerce de sözleşmelerden birisi olan Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesidir. Ne yazık ki, bu sözleşmede de karasularının genişliği ile ilgili herhangi bir düzenleme yer almamıştır. Çünkü devletler herhangi bir genişlik kabul edilen üzerinde konsensüs sağlayamamışlardır. Genişlik konusunun daha sonra toplanacak bir konferansta çözümlenmesine karar verilmiştir. Bu konferans 1960 yılında toplanmış, yine bu konferansta da bir sonuç elde edilememiştir.

Karasularının genişliği konusunun milletlerarası hukukta çözümlenememesi, deniz hukukunda önemli bir eksiklik olarak görülmüştür. 1970’lerden sonra devletlerin, 200 mile14 kadar varan iddialarına ve deniz hukukunda çözüm bekleyen diğer problemleri açıklığa kavuşturmak amacıyla 1973 yılında başlayan III. Deniz Hukuku Konferansı sonucunda 1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde (BMDHS) karasularının genişliği meselesi ile ilgili geniş çaplı bir konvansiyonda ilk düzenleme yapılmıştır. Bu sözleşmenin 3. maddesinde15 karasularının azami genişliği 12 mil olarak öngörülmüştür.

İleride de göreceğimiz gibi, münhasır ekonomik bölge kavramının ortaya çıkış nedenlerinden birisi de devletlerin geniş alanlara, bilhassa balıkçılık amacıyla, ve diğer doğal kaynaklara egemen olmak istemeleridir. Karasuları üzerinde bu tür iddialara gerek görülmemektedir. Çünkü karasularında devletin egemenliği söz konusu olmaktadır. Devletler başlangıçta 3 millik bir karasuları eğiliminde iken, sonraları bu iddialarını 12 mile ve hatta günümüzde milletlerarası hukuka aykırı görülse de, 200 mile çıkarma yoluna gitmişlerdir. BMDHS ile 12 mil azami genişlik milletlerarası hukuk kuralı haline geldikten sonra ve MEB kavramının milletlerarası hukukun bir kuralı haline gelmesinden itibaren karasularının genişliği 12 mille sınırlanmıştır denilebilir. Bu sınırlama aynı zamanda açık denizlerin serbestliği ilkesine de uygundur. (Kaynak 2)
 
     

 
No: 216, 21 Eylül 2011 Türkiye – KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklaması
 
15 Eylül 2011 tarihli basın açıklamamızda,  ülkemize davet edilen KKTC heyetiyle yapılan görüşmeler neticesinde,  GKRY’nin Adanın güneyinde sondaj faaliyetlerine başlaması halinde Türkiye ile KKTC arasında bir Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması yapılması hususunda mutabakata varıldığı duyurulmuştu.
 
Söz konusu Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması, Rum tarafının sondaj faaliyetlerine 19 Eylül 2011 tarihinde başlandığının açıklanması üzerine,  Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu arasında bugün (21 Eylül) BM Genel Kurulu çalışmaları vesilesiyle bulundukları New York’ta imzalanmıştır.

Söz konusu anlaşma, Türkiye ile KKTC’nin Akdeniz’deki  kıta sahanlıklarının bir bölümünü,  uluslararası hukuka uygun olarak  ve hakça ilkeler dikkate alınarak belirlenen  27 coğrafi koordinatın  birleştirilmesiyle elde edilen  bir çizgi ile sınırlandırmaktadır.

Anlaşma   Kıbrıs Türklerinin, aynen Kıbrıslı Rumlar gibi Ada’nın kıta sahanlığının tümü üzerindeki meşru, eşit ve ayrılmaz haklarını da dikkate almaktadır.

Anlaşmada ayrıca ülkemizin ve KKTC’nin Kıbrıs meselesine kapsamlı çözüm bulunması çabalarını sürdüreceği  de  açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Daha önce kamuoyuyla çeşitli vesilelerle paylaşıldığı üzere,  müteakip adım, KKTC tarafından Adanın çevresindeki deniz alanlarında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma ruhsatları verilmesi olacaktır. Esasen bu konuda iki ülkenin ilgili kurumları arasında gerekli danışma ve eşgüdümde bulunulmaktadır.

Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’ta yıl sonuna kadar bir kapsamlı çözüm anlaşmasına varılması beklentisi doğrultusunda,  Kıbrıs Türk tarafının kararlılıkla sürdürdüğü yoğun ve samimi çabalara tam destek vermeye devam edecektir.

Rum tarafının da enerjisini çözüm sürecine zarar verecek şekilde gerginlik yaratmak yönünde sarf etmekten ise, barış ve uzlaşma yönünde benzer bir irade ortaya koyarak sondaj faaliyetlerini durdurması beklenmektedir. Doğu Akdeniz’in bir barış, istikrar ve işbirliği sahasına dönüşmesini de sağlayacak kalıcı bir uzlaşıya varılması ve Kıbrıs’ın doğal zenginliklerinin Ada’nın ortak sahibi olan iki halk tarafından hakça paylaşılması böylece mümkün olabilecektir. (Kaynak 3)

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti - Türkiye Kıta Sahanlığı Antlaşması

 
Bundan böyle akit taraflar olarak anılacak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Mevcut iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerini daha derinleştirmek ve genişletmek isteğinden hareketle, Tarafların kıta sahanlığının doğal kaynakları araştırmak ve işletmek amacıyla egemen haklarını kullandıkları Akdeniz’de kıta sahanlığının ilgili bölgelerinin sınırının saptanmasını arzulayarak, Yapıcı müzakereler ve iyi komşuluk ruhu içerisinde adil ve karşılıklı kabul edilebilir çözümler sağlanması yolundaki isteklerini göz önüne alarak Akdeniz’de kıta sahanlığı sınırlandırmasının hakça ilkeler esasına göre yapılmasını kabul ederek, Uluslar arası hukukun ilgili ilkelerini ve kurallarını göz önünde bulundurarak,

Aşağıda hususlarda anlaşmışlardır:

Madde 1
Akdeniz’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki kıta sahanlığı sınırı, aşağıda koordinatları belirtilen noktalardan geçer:

1. 35-33-09.584K 32-16-18.000D
2. 35-33-41.913K 32-21-12.349D
3. 35-33-47.278K 32-31-50.801D
4. 35-35-38.364K 32-37-51.980D
5. 35-37-58.043K 32-46-34.195D
6. 35-39-53.677K 32-56-36.616D
7. 35-40-59.868K 33-02-50.096D
8. 35-40-55.189K 33-10-19.709D
9. 35-41-19.465K 33-19-40.157D
10. 35-40-58.546K 33-23-18.544D
11. 35-41-14.617K 33-32-33.838D
12. 35-41-45.874K 33-38-16.025D
13. 35-42-04.417K 33-45-08.528D
14. 35-42-29.670K 33-53-00.873D
15. 35-43-50.531K 34-02-48.043D
16. 35-45-06.627K 34-06-06.897D
17. 35.45.44.498K 34-10-13.085D
18. 35-48-11.903K 34-14-21.393D
19. 35-49-46.780K 34-18-51.643D
20. 35-51-41.517K 34-24-51.492D
21. 35-52-57.081K 34-28-43.550D
22. 35-54-25.608K 34-33-30.506D
23. 35-54-42.208K 34-36-28.498D
24. 35-54-06.978K 34-40-56.920D
25. 35-52-55.052K 34-44-01.021D
26. 35-51-19.934K 34-46-40.603D
27. 35.49.09.889K 34-48-51.634D
 
Akit taraflar aralarındaki kıta sahanlığı sınırlandırma çizgisinin doğuda 35-49-09.889K ile 34-48-51.634D koordinatlarında olan nokta ve batıda 35-33-09.584K ile 32-16-18D koordinatları olan noktaya kadar saptama konusunda yukarıda belirtildiği gibi anlaşmaya varmışlardır.

Bu koordinatların doğudaki 35-49-09.889K ile 34-48-51.634D noktasının doğusuna ve batıdaki 35-33-09.584K ile 32-16-18D noktasının batısına doğru olan yöndeki sınırlandırmanın ve daha uzağa doğru uzatılarak çizilmesinin, ilgili taraflarla uluslararası hukuk kurallarına ve hakkaniyet ilkelerine göre ileride yapılacak anlaşmalarla gerçekleştirilmesi konusunda da mutabık kalmışlardır.

Madde 2
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında koordinatları yukarıda belirtilen kıta sahanlığı sınır çizgisi, bu anlaşmanın ayrılmaz bir parçasını oluşturan 12 Nisan 2008 yılında yayınlanmış olan TR 30 numaralı deniz haritasında da gösterilmiştir.

İşbu anlaşmada belirtilen coğrafi koordinatlar WGS 84 ile ifade edilmiştir.

Madde 3
Kıta sahanlığının deniz yatağında veya toprak altında doğal kaynak rezervinin işbu anlaşmanın 1. Maddesi’nde belirlenen sınırın üzerinde, her iki tarafın da kıta sahanlığı alanına girecek şekilde bulunduğunun belirlenmesi durumunda, akit taraflar bu rezervin en verimli şekilde nasıl işletileceği konusunu müştereken saptamak üzere görüşmeler yapacaklardır.

Madde 4
İşbu anlaşma Kıbrıs Türklerinin, adanın kıta sahanlığının tümü üzerindeki meşru, eşit ve ayrılmaz haklarını haleldar etmeyecektir. Akit taraflar Kıbrıs meselesine kapsamlı çözüm bulunması çabalarını sürdüreceklerdir.

Madde 5
İşbu anlaşmanın yorumu ve uygulanması konusunda bir uyuşmazlık çıkması durumunda bu uyuşmazlık diplomatik yollardan müzakere veya tarafların ortak rızasına dayanacak diğer barışçı yöntemlerle çözüme kavuşturulacaktır.

Madde 6
Bu anlaşma taraf devletlerce onaylandıktan sonra, onay belgelerinin değişimi tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir.

Bu anlaşma 21 Eylül 2011 tarihinde New York’ta Türkçe olmak üzere iki nüsha halinde düzenlenmiştir. (Kaynak 4)
 

Türkiye’den Petrol Devlerine Kıbrıs ve Münhasır Ekonomik Bölge Uyarısı

Türkiye, Kıbrıs çevresindeki petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) açtığı ihalelere katılan uluslararası enerji şirketlerine protesto mektubu yolladı. Dünya petrol devlerinden bazıları Rum yönetimiyle anlaşma yapmaktan vazgeçti.


GÜNEY Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY), Kıbrıs adası çevresindeki “sözde parsellerinde” doğalgaz ve petrol arama faaliyetlerine yönelik anlaşma imzalayan şirketler, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) de kıskacında. GKRY ile anlaşma imzalayan şirketler arasında, Türkiye’de de yatırım ve projeleri bulunan bazı uluslararası petrol şirketleri yer alıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız bu şirketlere sözlü olarak “kara liste” uyarısı yaparken, Dışişleri Bakanlığı’nın ikinci tur ihaleler öncesinde söz konusu şirketlere gönderdiği önemli bir protesto mektubu da bulunuyor.

Bazı Petrol Devleri Vazgeçti


Dünya devlerinin, GKRY’nin açtığı ihalelerle ilgili kararlarını ciddi şekilde gözden geçirmelerine neden olan ve hatta bazı şirketleri ihalelere katılmaktan son dakikada caydıran mektupta, “Kıbrıs Türkleri’nin, Kıbrıs Rumları gibi, Ada’nın kıta sahanlığının tamamındaki doğal kaynaklar üzerinde eşit ve ayrılmaz hakları vardır. Bu gerçeğin göz ardı edilmesi ve Rumların tek yanlı kışkırtıcı faaliyetlerini sürdürmesi Türkiye ve KKTC için kabul edilemez bir durumdur” uyarısına yer veriliyor.

Türkiye’nin, KKTC Dışişleri Bakanlığı tarafından 2 Kasım 2012 tarihinde yapılan açıklamayı kuvvetle desteklediği vurgulanan protesto mektubunda, uluslararası petrol şirketlerinin Kıbrıs Türklerinin de haklarının bulunduğu söz konusu ihtilaflı sahalarda faaliyette bulunmalarının yaratacağı sakıncalara defaatle dikkat çekildiği belirtiliyor. Mektupta, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği ve Bakanlığın açıklamalarıyla “müteaddit kereler tekrarlandığı” üzere GKRY ile işbirliği yapacak şirketlerin, Türkiye’de yeni enerji projelerine katılımının ciddi anlamda gözden geçirileceği uyarısı yapılıyor.

Türkiye’den Sağduyu Çağrısı


Mektubun sonunda ise Dışişleri Bakanlığı tarafından, GKRY ile işbirliği yapan petrol şirketleri ve ilgili ülkelere, hassasiyetler göz önünde bulundurularak, “sağduyulu hareket etme” çağrısı yapılırken, özellikle Kıbrıs meselesi bakımından ihtilaflı olan bu deniz alanlarında faaliyet göstermemeleri vurgusu yapılıyor. Mektubun ulaştığı bazı dünya devlerinin, Türkiye’nin uyarıları doğrultusunda, son dakikada ihalelere katılmaktan vazgeçtiği de öğrenildi. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri daha önce konuyla ilgili sorularımızı yanıtlarken  “Doğu Akdeniz konusunda politikamız baştan belliydi. Bu ihalelere katılan şirketlerle ilişkilerimizi gözden geçireceğimiz söylemiştik. Bu Eni olur, Shell olur, Chevron olur, fark etmez” demişti.

Çakışan Parseller


GKRY, petrol ve doğalgaz keşifleri için sözde parsellere ayırdığı Doğu Akdeniz’den, iki parseli Fransız Total, üç parseli de İtalyan Eni şirketlerine verdi. Rumlar, Total’le imtiyaz anlaşmasını geçtiğimiz hafta törenle imzalarken, geçen yıl krize yol açan Amerikan Noble Enerji’nin doğalgaz bulduğu 12’nci parsele de İsrail’in ortak olmasını onayladı. GKRY’nin açtığı ihalelere, Samsun-Ceyhan ve Güney Akım projelerinin ortağı olan İtalyan Eni’nin ve TANAP Projesi’ne ortak olan Fransız Total’in katılması rahatsızlık yaratmıştı. Türkiye ve KKTC, Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de tek yanlı “münhasır ekonomik bölge” ilan ederek sözde 13 parsele ayırdığı bölgede, Ada’nın tamamının hakkı olduğunu savunuyor. Öte yandan, Rum ve KKTC’nin oluşturduğu ruhsatlandırma alanlarından bir kısmı çakışıyor.

İşte Akdeniz’de Faaliyet Gösteren Devler


Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin belirlediği sözde münhasır ekonomik bölgede ilk petrol aramalarına başlayan İsrail şirketi Noble Energy oldu. Ardından, Kıbrıs Rum Kesimi gazetelerine göre İngiliz BP şirketi Güney Kıbrıs ile Mısır arasında en büyük doğalgaz yataklarından birini buldu. Kıbrıs Rum basını, BP, Exxon Mobile Corp, Royal Dutch, Shell PLCi, Lukoil ve Total S.A. şirketlerinin bölgede faaliyet gösterdiğini yazdı. (Kaynak 5) 

KKTC-Türkiye Anlaşması Oyunu Bozdu


KKTC ile Türkiye arasında kıta sahanlığını belirleyen ve Türkiye’ye Kıbrıs adasının tümünde petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerinin yolunu açan anlaşma, Rum ve Yunan tarafını telaşlandırdı.


Türkiye’nin Akdeniz’de başlatacağı arama çalışımlarının, Rum kesiminin Baf bölgesi ve Yunanistan’ın Meis adası arasında bulunacak olması Rumlarda büyük endişeye yol açtı.
Türkiye’nin askeri tedbirler yerine diplomatik adımlar atmayı tercih etmesi de Rumları oldukça rahatsız etti. Zira Rum liderliği bir süredir kışkırtıcı açıklamalarla Türkiye’nin bölgede bir askeri gerilim yaratmasını hedefliyordu. Dünkü anlaşmayla bu oyun da bozuldu.
Rum basını, Türkiye’nin dünkü anlaşmayla, Güney Kıbrıs’ın sözde Münhasır Ekonomik Bölgesinde yer alan 1-4-5-6 ve 7. parsellere kadar uzanacağına dikkat çekti.
'Türkiye Doğu Akdeniz'in Tümüne İnmek İstiyor'

Rum gazeteleri, anlaşmanın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’in tümüne inme arzusunun bir sonucu olduğunu yazdı. Haberlerde, Ankara’nın zengin doğalgaz ve petrol yatakları bulunan bölgedeki 5 parselde varlık göstereceğine işaret etti.
Rum Yönetimi hükümet sözcüsü Stefanos Stefanu beklenen açıklamayı yaptı, Türkiye ile KKTC arasındaki anlaşmanın hukuka aykırı olduğunu iddia etti.
Stefanu "Türkiye, KKTC ile anlaşma imzalayarak bir hukuk dışılığa daha imza attı. Türkiye, Rum Yönetimi’nin arama hakkını engellemeye çalışıyor. Uluslararası topluluk Türkiye’nin hukuka uymasını istese de Türkiye hukuku çiğnemeyi sürdürüyor" dedi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Grigoris Delavekuras’sa girişimi kınadı, Türk liderler tarafından New York’ta imzalanan anlaşmanın “geçersiz” olduğunu iddia etti.
Rum basınındaki yorumlarda, Erdoğan’la Eroğlu arasında imzalanan anlaşmanın münhasır ekonomik bölge değil kıta sahanlığı anlaşması olduğuna dikkat çekildi.
Oysa Türkiye ve KKTC, hukuken gerekli ilk adım olan kıta sahanlığı anlaşmasının ardından Ankara’ya petrol arama konusunda imtiyaz hakkı verilmesini sağlayacak ikinci bir anlaşma daha yapacak. Yani 2 ülke münhasır ekonomik bölge ilan edecek.
Öte yandan Rum lider Dimitris Hristofyas Birleşmiş Milletler genel kurulunda yapacağı konuşmada Türkiye’yi şikayet etmeye hazırlanıyor. Teamüllere aykırı davranma pahasına konuşmasında Türkiye’den şikayetçi olmayı planlayan Rum lider, anlaşmayı “Türk tehdidi” olarak göstermeyi ve Ankara’yı adada çözümü engelleyen taraf olarak itham etmeyi hedefliyor. (Kaynak 6)

Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlaşması: Doğu Akdeniz’de Sertleşen Rekabet
 

Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye’nin uyarılarını dikkate almayarak İsrail ile Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına başlaması, Türkiye’yi alternatif karşı stratejiler uygulama yönünde harekete geçirdi. Bu karşı stratejinin temelinde ise Türkiye ile KKTC arasında “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” yer alıyor. Yani Türkiye, Cuma gününden itibaren Doğu Akdeniz’de belirlenen bölgelerde TPAO aracılığıyla petrol aramaya başlayacak. Esasında bu adım, somut bir amaca müstenit olmaktan ziyade, Kıbrıs Rum Kesimi’ne ve Rum Kesimi ile iş birliği yapan üçüncü aktörlere yönelik politik bir mesaj içeriyor. Zira Türkiye, kısasa kısas ilkesini hayata geçirmiş durumda. Aynı stratejinin bir devamı olarak da Rum Kesimi ile sondaja başlayan şirketlerin bundan sonra Türkiye’de iş yapamayacağı bizzat Başbakan ve Enerji Bakanı tarafından duyuruldu.

Türkiye’nin karşı hamlesi ile Doğu Akdeniz’de suların fiilen ısındığı bir sürece girildi. Çünkü artık bu coğrafyada “sıfır toplamlı stratejik bir oyun” başlamış oldu. Bu noktadan itibaren, fiilen durum yaratanın, Doğu Akdeniz’de üstünlüğü ele geçireceğini ve bu mücadelenin taraflardan biri geri adım atana kadar devam edeceğini belirtmek mümkün. En ürküten senaryo ise, petrol arama sırasında iki tarafın kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesi ve bunun bir sıcak çatışma riski oluşturması. Bu ihtimal birkaç açıdan düşük görünse de tamamen göz ardı edilmemeli. Düşük görünmesinin sebebi, tarafların petrol arayacakları bölgelerin birbirinden farklı koordinatlarda yer alması ve Rumların böyle bir çatışmayı göze alamayacak olması… Bugün için Rumlarla iş birliği halinde olan İsrail’in ise, Türkiye ile ilişkilerinin seyrine bağlı olarak pozisyon değiştirmeye teşne bir konumda bulunduğunun altını çizmek gerekiyor.
Süreç içerisinde Türkiye’nin en çok dikkat etmesi gereken konuların başında, Doğu Akdeniz’de İsrail donanmasıyla karşı karşıya gelmemek olmalı. İsrailli yetkililerin de bu konuda dikkatli hareket edeceklerini beklemek yerinde olur. Ancak, önümüzdeki dönemde Rum Kesimi mahreçli birçok haberde İsrail jetleriyle Türk kuvvetlerinin karşı karşıya geldiğine dair spekülatif amaçlı haberlere dikkat etmek ve politik amaçlı bu haberlere temkinli yaklaşmak gerekir.

Doğu Akdeniz’de Kontrollü Gerginlik

Doğu Akdeniz’deki gerginlik, kontrollü bir düzeyde tutulabilirse orta ve uzun vadede Rum tarafının daha çok kaybedeceği bir denge ortaya çıkabilir. Zira Türkiye, girişilen rekabette hem ekonomik hem de politik açıdan Rum Kesimi ve Yunanistan ile kıyaslanamayacak ve artan oranda Türkiye’nin lehine değişen bir güce sahip. Dolayısıyla Rumların içinde bulunduğu siyasi belirsizlik ve ekonomik kriz, orta vadede bir de petrol arama faaliyetlerinin yarattığı ilave finansal yükle birleştirildiğinde bu durum Rum Kesimi için orta vadede sürdürülmesi çok zor bir “prestij mücadelesine” dönüşebilir. Türkiye’nin kararlı adımlarıyla bileşmesi ve orta vadede Doğu Akdeniz’de Türkiye-İsrail ilişkilerinin yönetilebilir düzeye çekilmesi, Rum kesimini daha da zor bir duruma sokabilir. Bu açıdan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki son gerginlikle ilgili dikkat etmesi gereken üç önemli nokta bulunuyor;

(1) Doğu Akdeniz’deki sondaj gerginliği, Türkiye’nin hayati çıkarları açısından Filistin meselesi ve İsrail’in Gazze ablukasının yasallığı konularına kıyasla çok daha aciliyeti ve önemi olan bir konudur. Zira Rum yönetimi, fiili bir durum yaratarak Kıbrıs sorununu karadan denize taşımayı hedeflemektedir. Üstelik bunu “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında yaptığından uluslararası kamuoyunun ve Türkiye’nin sessizliği Doğu Akdeniz’de Rumların hükümranlığını arttırması ve oldubitti (fait accompli) yaratması gibi yapısal dengeleri daha da bozucu bir etki yapabilir. Doğu Akdeniz’deki dengeler, 1981’de Yunanistan’ın AB üyesi olması ile sarsılmış, 2004’te Birlik’e Güney Kıbrıs’ın “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında üye yapılmasıyla daha da bozulmuştur. Rum Kesimi’nin son petrol arama hamlesi, Türkiye tarafından karşılıksız bırakılırsa, Doğu Akdeniz’deki dengenin daha da bozulacağını öngörmek gerekir.

(2) Doğu Akdeniz’de sıfır toplamlı bir oyun başlamış bulunmaktadır. Karşılıklı bağımlılık ve diyalog-temelli sorun çözme anlayışına dayalı bir dış politika paradigmasıyla ilerleyen günlerde sondaj krizine çözüm üretebilmek mümkün değildir. Bu nedenle, realist güç dengesini öne çıkaran bir politika anlayışıyla hareket eden Rum Kesimi’ne benzer bir stratejiyle mukabelede bulunmak gerekir. Bu açıdan Piri Reis’in Akdeniz’e açılması hamlesinin devamının getirilmesi sayesinde Rum Kesimi’nin ve Yunanistan’ın savunma harcamalarını arttırmasına neden olacak bir kontrollü gerilim süreci başlatılabilir. Türkiye’nin karşı hamlesiyle yaratılacak bu tarz bir dışsallık, krizdeki Rum ekonomisini daha da zora sokarak makul bir zaman zarfında arama faaliyetlerini durdurması ya da çözüm konusunda daha itidalli bir politika çizgisine girilmesi mümkün hale gelebilir. Ancak bu stratejide kontrollü gerilim esas alınmalı, Türkiye’nin “agresif devlet” görüntüsü vermesine müsaade edilmemelidir.

(3) Kıbrıs sorunu çözülmedikçe Türkiye’nin başına umulmadık sorunlar çıkmaya devam edecektir. Doğu Akdeniz’de yaşanan son gerginliğin temelinde Kıbrıs sorunu bulunuyor. Zira Güney Kıbrıs Rum Kesimi, BM tarafından “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında egemen bir devlet olarak tanınıyor ve Rumlar aynı isimle AB üyesi sıfatını haiz. Sondaj krizinde de Rum Kesimi “devlet” olmasından kaynaklanan haklarını kullanmak istiyor. Türkiye ise Rum Kesimi’ni devlet olarak tanımadığından konuya ilişkin herhangi bir anlaşmaya yanaşmıyor. Bu durumda Rumlar da tek taraflı hareket ederek, çıkan kaynakları “Kıbrıs Rum ve Türk halklarının ortak istifadesine sunacaklarını” belirtiyor. AB, Rusya, İngiltere gibi güçler ise Akdeniz’de petrol arama konusunda “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hakkı olduğunu” belirtiyor. Diğer taraftan Türkiye’nin KKTC ile imzaladığı anlaşma Yunan ve Rum Kesimi tarafından “yok hükmünde” sayılıyor çünkü BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre “KKTC illegal bir yapılanma.” Bütün bunlara rağmen açık olan bir nokta var: Kıbrıs sorunu devam ettikçe Rum Kesimi’nin temsilcisi olmak iddiasında bulunduğu “Kıbrıs Cumhuriyeti” Kıbrıs Türklerini temsil etmeyecek ve Rum Kesimi’nin çıkardığı kaynaklar Türklerin istifadesine sunulamayacak. Üstelik Güney Kıbrıs’ı, “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıyan AB ise diğer taraftan Kıbrıs sorununun çözülmesini destekleyerek açık bir çelişkiye düşüyor. Zira AB, Rumların uyguladığı agresif politikalara hulus çakarak esasında Rum Kesimi’nin çözümsüzlük konusunda daha sert politikalar izlemesine imkan sağlamış oluyor. Bu nedenle Kıbrıs sorununda çözüm daha da zorlaşıyor. Türkiye’nin tüm bu süreçte bu noktayı da aklında bulundurması yerinde olacaktır.

Doğu Akdeniz: Türkiye’nin Yaşam Alanı

Yukarıda belirtilen üç nokta, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de politika belirlerken dikkat etmesi gereken temel sütunları teşkil ediyor. Şüphesiz konunun uluslararası hukuk boyutuna da ağırlık verilmesi ve yoğun bir Kıbrıs diplomasisine başlanması gerekiyor. Zira Doğu Akdeniz’de yaşanan son gelişmeler Türkiye açısından hayati önemi haiz. Türkiye’nin kararlılık ve ciddiyetini hemen her platformda ısrarlı bir şekilde anlatması; bilhassa AB, ABD, BM, Rusya, Mısır ve Lübnan nezdinde diplomatik baskı uygulaması sonuç açısından belirleyici olacaktır.

Unutulmamalıdır ki dış politika, zaman zaman konuların hiyerarşik biçimde ele alınmasını (trade-off) gerektirir. Her devlet kapasitesi ve kaynak potansiyelini konuların hiyerarşik sıralaması nispetinde dağıtmak durumundadır. Son dönemde Türk dış politikasının eş zamanlı olarak çok değişik cephelerde yoğun bir diplomasi trafiğine girdiği ortada. Bu durum Türkiye’nin enerjisini çok daha iktisatlı ve sonuç odaklı kullanmasını gerektiriyor. Türkiye’nin enerjisini en yoğun şekilde harcaması gereken alanların başında ise Doğu Akdeniz’in geldiğini, bu açıdan Doğu Akdeniz’in Türkiye için yaşam alanı oluşturan (lebensraum) bir alt-havza teşkil ettiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. (Kaynak 7)
 

Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Anlaşması Hakkında Basın Açıklaması


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma”nın Türkiye tarafından Birleşmiş Milletlere bildirilmesi sonrasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin göstermiş olduğu tepki Rum Yönetimi’nin tek yanlı bir irade beyanından öte bir anlam veya değer taşımamaktadır.

Kıbrıs’ın doğal kaynakları her iki halka aittir. GKRY kendi tek taraflı adımlarını sürdürürken Kıbrıslı Türkler’in Ada’nın doğal kaynakları üzerindeki hak ve çıkarlarını korumak yönünde sürdürdüğü faaliyetlere itiraz hakkı bulunmadığını artık algılamalı ve kendinde gördüğü tüm hakların adanın eşit sahibi olan Kıbrıslı Türklerde de olduğunu göz ardı eden bilinen tutumunu artık terk etmelidir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 21 Eylül 2011 tarihinde imzalanan “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” tamamıyla Kıbrıs Rum tarafının 19 Eylül 2011 tarihinde Kıbrıslı Türklerin varlığını gözardı ederek sondaj faaliyetlerine başlaması üzerine, Kıbrıslı Türklerin meşru hak ve çıkarlarını korumak için atılmış bir adımdır. Söz konusu anlaşma neticesinde yapılan faaliyetlerin halen devam eden kapsamlı çözüm müzakerelerinin BM parametreleri zemininde adil ve kapsamlı bir çözümle gecikmeden sonuçlanması yönünde gösterdiğimiz kararlılığımızı etkilemeyeceği sürece verdiğimiz samimi güçlü destekten aşikardır.

Adanın iki eşit ortağından biri olan Kıbrıs Türk halkı, her konuda olduğu gibi, adanın deniz yetki alanlarında bulunan doğal kaynakların araştırılması, çıkarılması ve işletilmesinde de eşit ve meşru haklara sahiptir. Ada’nın doğal kaynaklarının paylaşımının karşılıklı diyalog ve iyi niyetle çözümüne inancının bir göstergesi olarak Kıbrıs Türk tarafı 24 Eylül 2011 ve 29 Eylül 2012 tarihlerinde BM Genel Sekreteri aracılığıyla Rum tarafına Ada’nın doğal kaynaklarının iki taraf arasında hakkaniyete uygun olarak paylaşılmasını öngören önerilerde bulunmuş ancak bunlara olumlu karşılık vermeyen GKRY, devam eden müzakere sürecine rağmen tek yanlı sürdürdüğü faaliyetlerinde bir değişiklik yapmamıştır.

GKRY yetkilileri, Kıbrıslı Türklerin haklarını göz ardı ederek, hidrokarbon arama/çıkarma faaliyetlerine, ısrarla devam etmektedir. Bu tek taraflı faaliyetlere ara vermek bir yana, GKRY yetkilileri, 2014 yılında uluslarararası şirketlerle yeni sondaj faaliyetlerine başlanacağını duyurmuştur. Tüm bu tek yanlı adımlara rağmen Rum tarafının son olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından TPAO’ya verilen ruhsat sahalarında yürütülen sismik araştırma faaliyetlerine de BM nezdinde itiraz etmesi kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

Bu vesileyle, GKRY’yi bir kez daha, Ada’da kalıcı ve kapsamlı bir çözümün temin edilmesi yönünde yapıcı adımlar atmaya ve kapsamlı çözüme ulaşana kadar hidrokarbon arama/çıkarma faaliyetlerinin karşılıklı mutabakatla belirlenecek ortak bir zeminde yürütülmesi yönünde katkı koymaya davet ediyoruz. (Kaynak 8)
 

Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Kapsamında Ortaya Çıkan Krizin Hukuki ve Siyasi Boyutları


Kıbrıs meselesi Türkiye’nin ayak bağı olmaya devam ediyor. Daha önce AB’ye katılım konusunda sıkıntı yaratan ve Aralık 2006’da müzakerelerin kısmen dondurulmasına neden olan Kıbrıs meselesi bu kez tamamen farklı bir boyutta ve konuda gündemde. Bu kez ada açıklarında yapılacak petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri ilişkileri gerginleştirmiş durumda. Öyle ki geçen hafta AB Komisyonu da konuya taraf oldu ya da –Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) baskısıyla- taraf olmak zoruna bırakıldı ve Genişlemeden sorumlu komiser Stefan Fule’nin ofisinden yapılan açıklamada “AB Türkiye’yi iyi komşuluk ilişkilerini ve sınır anlaşmazlıklarının barışçıl çözümün etkileyecek her türlü tehditten, sürtüşme ve eylemden kaçınmaya teşvik eder” ifadesi kullanıldı. Bu beyanat üstü kapalı da olsa Türkiye’nin, GKRY’nin petrol ve doğalgaz aramasına mani olmaması, ona bu konuda baskı yapmayı bırakması gerektiği anlamına geliyor. 

Dış politika açısından oldukça tatsız ve can sıkıcı olan bu kriz ister istemez Deniz Hukuku açısından “kıta sahanlığı ve “münhasır ekonomik bölge” türü kavramları gündeme getiriyor. Bu nedenle çok kısa da olsa bu kavramlara değinmek ve bu çerçevede Türkiye’nin uygulamalarına bir göz atmakta fayda var. 

Kıta sahanlığı (plateau continental), aslen jeolojik bir kavram olup Deniz Hukuku’nda “kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısına verilen addır”. Deniz Hukuku bağlamında bu kavram II. Büyük Savaş sonrası ortaya çıkmış ve uluslararası düzeyde birtakım düzenlemelere konu olmuştur. Tabi bu düzenlemelerden önce 28 Eylül 1945’te ABD Başkanı Truman’ın bir bildirisi ile ilk kez konu gündeme gelmiştir. Buna göre kıta sahanlığı deniz yatağının 100 kulaç (200 m) derinliğine kadar olan bölgeyi kapsar. Bundan sonra 1958 tarihli Cenevre Deniz Hukuku Konferansı sonucu Kıta Sahanlığı Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu Sözleşmeye göre bir kıyı devletinin kıta sahanlığının dış sınırı birbirinden farklı 2 ayrı ölçüte göre hesaplanır: 1- 200 metre derinlik ölçütü ve 2- 200 metre derinlikten sonra eğer bu bölge işletilebilirse, iletilebilirlik ölçütü.

1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ise bu kavramın kapsamını daha da genişletmiştir. Son durumda kıta sahanlığı kıta yamacı ve kıta yükseliminin tümünü içermektedir. Şayet bir kıyı ülkesi ile karşı kıyı ülkeler arasındaki deniz 200 milin altında ise bu ülkelerin kıta sahanlıklarını birbirinden ayıracak bir sınırın oluşturulması gerekir. İşte son krizde belki de Türkiye’nin belini büken hususlardan biri de budur. Zira 3 tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin doğal olarak Karadeniz, Akdeniz ve Ege’de kıta sahanlıkları mevcuttur. Ancak tabi Türkiye’nin bu denizlere komşu ya da kıyıdaş ülkelerle kıta sahanlıklarını sınırlandırması gerekmektedir. Ancak bu sadece Karadeniz’de 1978 yılında o dönemde mevcut olan SSCB ile yapılmıştır. SSCB dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Gürcistan bu antlaşmaya halef olmuşlardır. Bulgaristan ile 1997’de sınırlandırma yapılmıştır. Ancak ne Ege’de ne Akdeniz’de böyle bir sınır oluşturulabilmiş değildir.  

Bunun nedenleri sorgulanabilir. Ancak bu sorgulama sonucu elde edilecek cevap Ege’de Yunanistan’la olan ihtilaflar, Akdeniz’de ise Kıbrıs meselesi ile yakından ilgili olacaktır. Tabi bunların üstüne Türkiye’nin 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesine taraf olmaması adeta tuz biber olmaktadır. Çünkü Türkiye’nin tersine hem Yunanistan hem de GKRY bu sözleşmeye taraftır. Bu arada tüm AB üyelerinin bu sözleşmeye taraf olduğunu ve AB’nin bu sözleşmeyi AB müktesebatının bir parçası olarak gördüğünü eklemek yerinde olacaktır.  

Kıta sahanlığı hukuken kıyı devletine deniz tabanını ve deniz tabanının altını kapsayan bu kıta sahanlığında doğal kaynak arama ve işletme konularına münhasır yetkiler bahşetmektedir. Dahası kıyı devleti bu çerçevede gerekli tesis veya platform kurabilir; bunların etrafında 500 metre çapında güvenlik alanı ilan edebilir. Son krizde bu sınırlandırma antlaşması yapılmadığı gerekçesiyle GKRY’nin tavrı Türkiye açısından kabul edilebilir değildir. GKRY ise bunun Türkiye’ye zarar veren bir boyutu olmadığını belirtmektedir. Ancak Türkiye bu konuda hakkaniyet ölçülerine uygun bir çözüm bulunması için diplomatik açıdan girişimlerde bulunabilir. Zaten Dışişleri Bakanlığının 5 Ağustos 2011 tarihli açıklaması bu ilkeye vurgu yapmaktadır (181 sayılı Bakanlık açıklaması). 

İkinci kavram ise münhasır ekonomik bölge (zone économique exclusive) kavramıdır. Bu da BM Deniz Hukuk Sözleşmesinin düzenleme altına aldığı kavramlardandır (bkz, 55 ila 75. Maddeler). Latin Amerika kökenli bir kavramdır. Bir “kıyı devletinin karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında bu kıyı devletine münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan deniz alanı” olarak tanımlanır. Tıpkı kıta sahanlığında olduğu münhasır ekonomik bölgede de kıyı devleti birtakım ekonomik ve hukuki yetkilere sahiptir. Buna ilaveten münhasır ekonomik bölgede kıyı devleti su tabakasında da birtakım ekonomik haklara sahiptir. Ayrıca kıyı devleti münhasır ekonomik bölge ilan etmesi gerekir. Otomatik değildir. Sınırlandırma konusunda ise kıta sahanlığındaki kurallar aynen münhasır ekonomik bölge için de geçerlidir. 

Türkiye’nin uygulamasına bakıldığında gene Karadeniz’de farklı, Ege ve Akdeniz’de farklı uygulamanın yapıldığı görülmektedir. Bir başka deyişle Türkiye 5.12.1986 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesiyle Karadeniz’de 200 millik münhasır ekonomik bölge ilan etmiş bulunmaktadır. Zaten geçtiğimiz dönemlerde Karadeniz’de başlatılan petrol arama faaliyetleri bu bölgede gerçekleştirilmektedir. SSCB ile 1978’de kıta sahanlığı için antlaşmanın münhasır ekonomik bölge için de geçerli olması için 1987 yılında uzlaşmaya varılmıştır. SSCB sonrası yukarıda sayılan devletler bu antlaşmaya haleftir. Bulgaristan ile de gene yukarıda olduğu gibi 1997 tarihli antlaşmayla münhasır ekonomik bölge yan sınırı saptanmıştır. 
 

Ege ve Akdeniz’de neden böyle uygulamaya gidilmediği sorgulanacak olursa gene yukarıdaki ihtilaflar karşımıza çıkacaktır. Ancak tabi bu noktada Türkiye’nin yıllar yılı neden bu konuda bir çözüm bulamadığını, ya da çözüm için ne tür çabalar sarf ettiğini ciddi şekilde sorgulamak gerekir.  

Tabi konunun ekonomik boyutunu da göz ardı etmemek gerekir. Topraklarından adeta petrol fışkıracak seviyede petrol zengini olan bir ülke, her nedense yıllar yılı karada bile petrol aramayı çok maliyetli bulmuş ve “yok yere bu kadar masrafa girmektense petrol ithal etmek daha avantajlı olabilir” mantığıyla petrolde dışa bağımlı olmayı sürdürmüştür. Denizde petrol arama ise karaya nazaran daha maliyetli ve ileri teknoloji isteyen bir yatırımdır. Türkiye muhtemelen maliyetine katlanmak istemediği için böyle bir işe girişmemiş olabilir. 
 

KKTC ile yapılacağı söylenen kıta sahanlığı antlaşmasının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve bunun sonucunda efektif olarak Türkiye’nin KKTC açıklarında petrol arayıp aramayacağı ise şu aşamada bizce kuşkuludur. Çünkü yukarıda da değinildiği gibi teknik ve ekonomik açıdan çok maliyetli bir yatırımdır. Ayrıca TPAO’nun böyle bir teknolojiye henüz sahip olmadığı bilinmektedir. Zira Karadeniz’deki petrol arama faaliyetleri yabancı şirketlerle (Exxon-Mobil, Chevron ve Petrobas) birlikte sürdürülmektedir. Hukuki açıdan ise KKTC’nin tanınmaması nedeniyle bu durum Türkiye açısından sıkıntı yaratabilir. 
 

Bizce bu girişim daha ziyade GKRY’yi geri adım attırmak için yapılmış olabilir. Zira bilindiği gibi GKRY daha önce de bu tür girişimlerde bulunmuş, ancak Türkiye bir şekilde GKRY ile masaya oturan ya da oturma aşamasında olan şirketlere baskı yaparak ya da yaptırarak- bu şirketlerin bu işten vazgeçmelerini sağlamıştı. Ancak son durumda bu baskı yönteminin çok da iyi işlemediği görülüyor. Zira 1 Ekim’de 12. Paftada yer alan Afrodit noktasında yapılacak ilk delme işlemi için şu ana kadar bir geri adım atma söz konusu değil. Gene bu noktada da ister istemez, GKRY’nin bu yöndeki girişimlerinin bilinmesine rağmen, Türkiye’nin neden sadece baskı yöntemini seçtiği, alternatif üretemediği sorusu akla gelmektedir. Ayrıca GKRY’nin İsrail, Lübnan ve Mısır’la ikili kıta sahanlığı anlaşmaları yaparken neden Türkiye’nin de bir girişimde bulunmadığı sorgulanabilir. 


Son olarak GKRY’nin bu konuda nereye kadar gidebileceği konusu son olarak akla gelmekte. Bu noktada da bizce ciddi kuşkular mevcut. Dış destek olmaksızın GKRY’nin bu politikayı uzun uzadıya sürdürmesi mümkün değil. Bu noktada da gene akla bunun bir manevra olduğu geliyor. Bu manevrayla GKRY şu avantajları elde edebilir: A- Kamuoyunda popülaritesi çok düşük olan Hristofyas bu manevrayla 2013’deki seçimler öncesi eski popülaritesini kazanıp seçimleri kazanabilir. B- Bu manevrayla GKRY, halen sürmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye’yi kızdırıp masada asabi davranmasına, dolayısıyla GKRY’nin kolayca çözümsüzlüğe oynamasına izin verebilir. Bu noktanın Türkiye tarafından asla gözden kaçırılmaması gerekir. C- Bunların ötesinde Hristofyas hazır görüşmeler sürerken bu petrol arama meselesini de ufak ufak gündeme sokma niyetinde olabilir. Buradaki varsayım Türkiye’nin çözüm sürecinde buna çok fazla itiraz etmeyeceği üzerine kuruludur. D- Son olarak malum GKRY 2012’de AB dönem başkanlığını yürütecek. Bu manevrayla GKRY Türkiye tarafından tanınma yolunda büyük avantaj sağlayabilir. Buradaki varsayım kıta sahanlığının sınırlandırmasıyla ilgili antlaşmada KKTC’nin uluslararası tanınırlığı olmaması nedeniyle mecburen GKRY’nin Türkiye tarafından muhatap alınacağı üzerine kuruludur. 

Önümüzdeki gelişmeler bu senaryolardan hangisinin ya da hangilerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bize en doğru bir şekilde söyleyecektir. (Kaynak 9 )
 
 
KIBRIS BARIŞ MÜZAKERELERİ, ÇÖZÜM ARAYIŞLARI VE ADA’DAKİ REZERV HAKLARI KONUSUNDA EN KAPSAMLI GÖRÜŞME VE TOPLANTI SÜREÇLERİNİ “KKTC CUMHURBAŞKANLIĞI” SİTESİNDEN TAKİP EDEBİLİRSİNİZ

KAYNAK: ww.kktcb.org/content05.aspx?id=3&sayfa=74

07-08 EKİM 2014 TARİHİNDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER

 

 

Güney Kıbrıs müzakereden çekildi
 

Güney Kıbrıs Rum yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, müzakere sürecinden çekildi.
 
Rum lideri Anastasiadis, Parti Başkanları Zirvesi'nin ardından yaptığı açıklamada, Rum tarafının müzakerecisi Andreas Mavroyannis ve müzakere heyetiyle görüşmelerden çekilme kararı alındığını bildirdi.

Müzakereleri askıya alma kararını Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras'ın desteklediği belirtildi.

KERİM URAS DIŞİŞLERİ'NE ÇAĞRILDI

Kıbrıs müzakerelerinde kriz sonrası Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Kerim Uras, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı.

İKİ LİDER ARA BÖLGEDE BİR ARAYA GELECEKTİ

KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis'in, Kıbrıs müzakereleri çerçevesinde 9 Ekim Perşembe günü Lefkoşa’daki ara bölgede yeniden bir araya gelmesi bekleniyordu. Liderler 17 Eylül’de yaptıkları ve BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin de katıldığı görüşmede, yapılandırılmış müzakerelerde bir sonraki aşamaya geçilmesi konusunda anlaşmaya varrmıştı. (Kaynak10)

 Güney Kıbrıs müzakerelerden çekildi!

      Kıbrıs müzakerelerinde kriz çıktı. Rum lider müzakerelerden çekildiğini açıkladı.

Güney Kıbrıs Rum yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, Türkiye'nin doğalgaz araması yapılan bölgeye savaş gemilerini göndermesi nedeniyle müzakere sürecinden çekildiğini açıkladı.Rum lideri Anastasiadis, Parti Başkanları Zirvesi'nin ardından yaptığı açıklamada, Rum tarafının müzakerecisi Andreas Mavroyannis ve müzakere heyetiyle görüşmelerden çekilme kararı alındığını bildirdi.Müzakereleri askıya alma kararını Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras'ın desteklediği belirtildi.

Partilerden Anastasiadis'e destek

Güney Kıbrıs'ta perşembe günü olması beklenen ancak müzakereler dolayısıyla bugüne alınan Parti Başkanları Zirvesi'nden de Anastasiadis'e destek kararı çıktı. Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) lideri Andros Kiprianu, toplantının ardından yaptığı açıklamada, partisinin Başkan Anastasiadis'in kararını desteklediğini ifade ederek tüm parti liderlerinin hemfikir olduğunu bildirdi. KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis'in, Kıbrıs müzakereleri çerçevesinde 9 Ekim Perşembe günü Lefkoşa'daki ara bölgede yeniden bir araya gelmesi bekleniyordu. Liderler 17 Eylül'de yaptıkları ve BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide'nin de katıldığı görüşmede, yapılandırılmış müzakerelerde bir sonraki aşamaya geçilmesi konusunda anlaşmaya varmıştı. (Kaynak 11)

 

Kıbrıs Rum Liderliğinin Kapsamlı Çözüm Görüşmelerini Tek Taraflı Olarak Askıya Alması Hk. Basın Açıklaması

Kıbrıs Rum liderliğinin yapmış olduğu açıklamayla kapsamlı çözüm görüşmelerini tek taraflı olarak askıya almış olduklarını öğrenmiş bulunmaktayız.


Adada adil ve kalıcı bir çözüm için 50 yıla yakın bir süredir devam etmekte olan müzakerelerin herhangi bir bahane ile sekteye uğratılması asla kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu tip yaklaşımlar, adadaki iki halkın ve uluslararası camianın en kısa zamanda bir çözüm beklentisi ve liderlerin bu yöndeki taahhütleri ile tümüyle ters düşmektedir.

Ada ve çevresindeki doğal kaynaklar ile kapsamlı çözüm müzakerelerinin birbirinden ayrı konular olduğunu iddia eden Rum liderliğinin, doğal kaynaklar hususunu bahane göstererek görüşmeleri askıya alması samimiyetten uzak ve çelişkili bir yaklaşımdır.

Bilindiği üzere, doğal kaynakların adadaki iki taraf ve bölgemiz için bir işbirliği aracı olarak ele alınmasına yönelik önerilerimizi reddeden ve bu konuda tek yetkilinin kendileri olduğu iddiasıyla tek taraflı adımlar atmakta ısrarcı olan hep Rum tarafı olmuştur.

11 Şubat Ortak Açıklaması ile birlikte çözüm yönünde ortaya çıkan olumlu beklenti, Rum lider tarafından arka arkaya atılan olumsuz adımlar nedeniyle müzakere masasına bugüne kadar yansımamıştır. Bu bağlamda, Rum liderin uzunca bir süre çeşitli bahanelerle müzakere masasına oturmaması, bilahare ortak açıklama yapılmasını şart koşması ve daha sonra uzlaşılan ortak açıklama metnine de saygı göstermeyerek üzerinde önceden anlaşma sağlanan hususları sorgulamaya devam etmesi sürecin arzu edildiği şekilde ilerlemesini engellemiştir. 11 Şubat tarihli Ortak Açıklama ve BM Genel Sekreteri’nin yeni bir Özel Danışman atamasıyla müzakerelerin tekrar canlanması beklenirken, Rum liderliğinin ani bir kararıyla sürecin önünün kesilmeye çalışılması son derece düşündürücüdür.

Kıbrıs adası ile ilgili tüm ihtilafların hallinin tek yolunun kapsamlı bir çözümden geçtiği ilgili tüm taraflarca kabul edilmişken, Rum tarafından beklenen müzakerelere ilişkin engeller yaratmak yerine, samimi ve yapıcı bir şekilde müzakere masasında yer almaları ve gerekli siyasi iradeyi göstererek bir uzlaşının ortaya çıkmasına katkı koymalarıdır. Geleceğimiz, gerginlikler değil, işbirliği ve barış üzerine tesis edilmelidir. Bu anlayıştan hareketle, Rum tarafını bu çok ciddi hatadan en kısa zamanda vazgeçmeye ve müzakere masasına geri dönmeye davet ederiz. (Kaynak 12)
 



 
“Biz Müzakerelere Yoğunlaştırılmış Şekilde Devam Etmek İstiyoruz… Masaya Gelirlerse Görüşmeleri Sürdürürüz, Ama Gelmezlerse Kimseyi Zorla Masaya Oturtma Niyetinde Değiliz” 

Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu bugün kabulü sırasında bir soruya karşılık Kıbrıs müzakerelerinde gelinen son durumu değerlendirdi. 

Cumhurbaşkanı Eroğlu, Rum tarafının 50 yıla yakın bir süredir zamana oynadığını, bugünlerde ise önce uzlaşılan konuları reddederek, daha sonra da doğal gazı bahane ederek bunu sürdürdüğünü söyledi. 

Cumhurbaşkanı Eroğlu “Biz müzakerelere yoğunlaştırılmış şekilde devam etmek ve bir anlaşmaya varmak istiyoruz… Masaya gelirlerse görüşmeleri sürdürürüz ama gelmezlerse zorla da masaya oturtma niyetinde değiliz” şeklinde konuştu. 

Cumhurbaşkanı Eroğlu konuşmasında Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis ve Rum siyasi partilerinin müzakere sürecini askıya alma kararıyla yanlış yaptığını ifade ederek, Kıbrıs Türk tarafının temennisinin Rum tarafının en kısa zamanda masaya dönmesi olduğunu bildirdi. 

Cumhurbaşkanı Eroğlu eski Rum lider Hristofyas’a doğal gaz konusunda yaptığı önerilerin reddedildiğini, Greentree Zirvesi sürecinde Rum tarafının 12. parselde kazıya başlamasının sorunları da beraberinde getireceğini ve buna karşılık Türk tarafının da adımlarının olacağını Hristofyas’a söylediğini hatırlattı. 

Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Rum tarafının 12. parselde kazı başlatmasının ardından, TPAO’ya sismik araştırma yetkisi verildiğini de anımsatarak, Rum tarafına doğal gaz konusunda 2 öneri daha yapılmasına rağmen bunların da reddedildiğini söyledi. 

Müzakereleri sürdüren yeni Rum lider Anstasiadis’e doğal gazla ilgili komite kurulması çağrısı yaptığını, fakat bunun da reddedildiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Eroğlu, ABD dâhil olmak üzere tüm ülkelerin Kıbrıs’ta elde edilecek doğal kaynaklara Kıbrıslı Türklerin de ortak olduğunu kabul ettiğini söyledi. 

Cumhurbaşkanı Eroğlu, müzakere heyetinin bugün ara bölgede yeni BM Özel Danışmanı Espen Barth Eide ile görüşme yaptığını, kendisinin de öğleden sonra Eide ile bir görüşmesi olacağını kaydederek, görüşmelerde Rum tarafının tutumunun tartışılacağını kaydetti. 

Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Rum tarafının tutumunun Genel Sekreter Ban Ki Moon ve Genel Sekreterin Kıbrıs’taki Özel Danışmanı Eide’ye iletileceğini ve bundan sonra mekik diplomasisine başlanıp başlanmayacağının görüleceğini sözlerine ekledi. (Kaynak 13)
 
 

Yunanistan'ın Türkiye'ye Protesto Notası Vermesinin Ardından, Bu Ülkenin Ankara Büyükelçisi Loukakis Dışişleri Bakanlığı'na Çağrıldı.
 
Diplomatik kaynaklardan alınan bilgiye göre, Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi Kyriakos Loukakis, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ahmet Muhtar Gün ile bir araya geldi.
Gün ile bir araya gelen Loukakis'e, Türkiye'nin çözüme yönelik her türlü iyi niyetli yaklaşıma destek vermeyi sürdüreceği belirtildi.
Kaynaklar, Büyükelçi Loukakis'e, "komşu Yunanistan'ın, bir garantör ülke olarak gecikmeksizin Güney Kıbrıs Rum yönetimini çözüme teşvik amacıyla çaba sarf etmesinin beklendiğinin iletildiğini kaydetti. 

"Tarafları kışkırtıcı eylem ve açıklamalardan kaçınmaya çağırıyoruz"

Öte yandan, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan AA'ya gönderilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Güney Kıbrıs) münhasır ekonomik bölgesinde maden rezervlerini arama çalışmalarıyla ilgili egemenlik haklarını tanıyoruz. Bu kaynakların Kıbrıs'taki tüm toplumların yararına olması konusundaki pozisyonumuzu koruyoruz. 
Türkiye'nin, 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Güney Kıbrıs) münhasır ekonomik bölgesindeki sondaj çalışmaları duyurusu gibi artan gerginliği risk eden son dönemdeki olayları üzüntüyle karşılıyoruz. Tüm tarafları kışkırtıcı eylemlerden ve açıklamalardan kaçınmaya çağırıyoruz. Bu olay, kapsamlı bir anlaşmanın önemini vurgulamıştır. Dolayısıyla müzakerelerin bu hafta başarılı bir şekilde ilerlemesini umuyoruz. Türkiye için, anlaşma ihtimalini desteklemekte olumlu bir rol oynamaya devam ettiğini göstermek için bir fırsat vardır."
Güney Kıbrıs Rum yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, Türkiye'nin doğalgaz araması yapılan bölgeye savaş gemilerini göndermesi nedeniyle müzakere sürecinden çekildiğini açıklamıştı.
Rum lideri Anastasiadis, Parti Başkanları Zirvesi'nin ardından yaptığı açıklamada, Rum tarafının müzakerecisi Andreas Mavroyannis ve müzakere heyetiyle görüşmelerden çekilme kararı alındığını bildirmişti. 
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı da yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Kerim Uras'ın Dışişleri Bakanlığına çağrılarak kendisine Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi Anastasios Mitsialis tarafından  protesto notası verildiğini belirtmişti. Açıklamada, "Türkiye'nin, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ait Münhasır Ekonomik Bölge içinde Türk araştırma gemisi Barbaros'un inceleme yapması yönünde yayımladığı yasa dışı seyir duyurusu (NAVTEX) ve Türkiye'nin girişimleriyle bölgede gerginlik yaratmakla ilgili bir protesto notası verildi" denilmişti. (Kaynak 14)

 
KAYNAK:
 

1- http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCnhas%C4%B1r_ekonomik_b%C3%B6lge

2- http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/gTRSM90Z9fhDXPPex84rvBFUuM2kXu.pdf

3- http://www.mfa.gov.tr/no_-216_-21-eylul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-iliskin-disisleri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa

4 - http://tr.wikisource.org/wiki/Kuzey_K%C4%B1br%C4%B1s_T%C3%BCrk_Cumhuriyeti_-_T%C3%BCrkiye_K%C4%B1ta_Sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1

5- http://www.tasep.org/default.asp?s=yd&id=331#.VDVIqGwcRH0

6- http://www.ntvmsnbc.com/id/25281628#storyContinued

7- http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-akdeniz%E2%80%99de-sertle%C5%9Fen-rekabet.html

8- http://mfa.gov.ct.tr/tr/akdenizde-kita-sahanligi-sinirlandirmasi-anlasmasi-hakkinda-basin-aciklamasi/

9- http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-ercument-tezcan/kibris-adasi-aciklarinda-petrol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-kapsaminda-ortaya-cikan-krizin-hukuki-ve-siyasi-boyutlari/

10- http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1208365-guney-kibris-muzakereden-cekildi

11- http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/192758.aspx

12- http://mfa.gov.ct.tr/tr/kibris-rum-liderliginin-kapsamli-cozum-gorusmelerini-tek-tarafli-olarak-askiya-almasi-hk-basin-aciklamasi/

13- http://www.kktcb.org/content02.aspx?id=3&sayfa=22&content=3992&select=

14- http://www.aa.com.tr/tr/haberler/401240--yunanistan-buyukelcisi-disisleri-bakanligina-cagrildi
 
 
Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmış olarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder