Soğuk savaş
yıllarında küresel aktörler tarafından dünya üzerinde hissettirilen ve ikna
edicilik alanında kaybolan sıcak temas kuralı git gide sıcak mesajların ve
caydırıcılık etkenlerinin gün yüzüne çıkması ile daha açık bir şekilde
belirginleşmiştir. İkinci dünya savaşından sonra yıpranan güç sisteminin
ardından doğan boşlukların kapatılması için güç karmaşasının git gide belirli
aktörler üzerinden yürütülecek olması ve karmaşık sistemin belirli bir düzen
içerisinde yer almasının sağlanması stratejik ve taktiksel eylemler ile
kanıtlanmıştır.
Birinci dünya
savaşından sonra etkisi önceden kurgulanmış olan ve uluslararası kamuoyuna
servis edilen Hitler, Stalin ve Mussollini gibi etkili liderlerin kendi
milletleri ve farklı milliyetler üzerinde yoğun sempati ve ilgi oluşturulması
sağlanmıştır. Soğuk savaş rüzgarı ile birlikte bu isimlerin dünya üzerindeki
güç sisteminin belirsizliği için bir çare olması sağlanmış ve arzulanan sonuçlara
yönelik katkıları etkili olunmuştur. Dünya üzerinde farklı coğrafyalarda
egemenliğin ve güvenliğin hakimiyet alanı ideolojik ve sistematik bir şekilde
farklı çözüm yolları desteklenmiştir. Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında
oluşturulan boşluğun ve kapatılamayan karmaşa sızıntısının yüz yıllarca bu
coğrafyalarda hüküm süren cihan devleti Osmanlı’nın sistematik bir şekilde
komplolar ve iç çatışmalar sona erdirilmesi ile birlikte daha da artmıştır.
Topyekün savaş stratejilerinin yerini artık konvansiyonel stratejilere
bırakmasının ardından modern stratejilerin de git gide kimyasal ve nükleer
tehdit stratejilerine bırakması ile birlikte dünya üzerinde yığılan baskının ve
biriktirilen tahribatın psikolojik olarak sürdürülmesi artık çok geç bir
yaklaşım olacaktır.
Suriye’de 3 yılı
aşkın süredir ülke içerisinde başlayan belirsizlikler daha çok karmaşık hale
getirilen iç savaş, Orta Doğu’da muhalif hareketlerin örgütlenmesi ve
birleşmesi ile birlikte diktatör yönetimlerin kendi ülkelerindeki sıkı yönetim
ve baskı kontrolsüzlüğü de hayli artış göstermiştir. Suriye’deki otokratik
yönetimin baş aktörü olan Beşşar Esed rejimi vatandaşlarına karşı kullanmış
olduğu çeşitli kitle imha silahları ile tatmin olamamış ve 21 ağustos 2013
tarihinde Suriye’nin Şam kentine bağlı Doğu Guta banliyösüne gerçekleştirmiş olduğu kimyasal silah katliamı
dünya gündemine sarsıcı bir haber olarak yer almıştır. 21.yy içinde kullanılmış
olan ilk kitle imha silahı olarak tarihte de yerini almıştır.
source: telegraph.co.uk
Yıkıcı bir
şekilde devam eden Suriye’deki iç savaşın farklı bilançoları ile her geçen gün
karşılaşmakta mümkündür. Irak’ın kuzeyinde varlığını farklı katliamlar ile
kanıtlamış illegal yapılanmanın sonucunda dünya üzerinde terör örgütü
listesinde olan “pkk”, Suriye’deki iç savaşın ardından Türkiye’nin güney
kesiminde ve Suriye’nin kuzeyinde “pyd” adı ile farklı bir yapılanma, barınma
hatta meşruiyet alanı bulma gayretine ulaşmıştır. Suriye’nin kuzeyinde ve kuzey
doğusunda bulunan farklı etnik kimlikler üzerinde söz sahibi olduğunu iddaası
ile başlayan yapılanma silahlanma ve bölgesel yer oluşturma çabasının ardından,
Türkiye sınırına yakın yerlerde marjinal illegal örgütler, El Kaide terör
örgütünün farklı bir yapılanması olan El Nusra yapısı ve Suriye muhalif hareketinin
resmi ordusu olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Free Syrian Army (FSA) ile ciddi
çatışmalara girmesi Suriye’de oluşturulmak istenen cephelerin ve isimlerin ülke
üzerinde risk oluşturacak bir şekilde hak iddaa etme alanına doğru
sürüklenmesi’dir. ABD’nin sesi ile gün yüzüne çıkmış ve kendilerine sunulan
cesaret alanını iyi bir şekilde kullanmış olan El-Kaide’nin El Nusra
yapılanması da bölgedeki karmaşanın adeta ürünü olmuştur. Beşşar Esed
rejimi’nin ordusuna güç katması için yabancı ülkelerden tutmuş olduğu kiralık
ölüm makinaları “şebbiha” ismiyle anılan insan avcılarını hem kendi
vatandaşlarını öldürmesi hem de uluslararası alanda rejim ordusunun
vatandaşlarını öldürüyor imajı ile anılmaması için böyle bir vahşi ideolojinin
vahşi projesi olarak dünya kamuoyunda hiçbir zaman unutulmamak üzere kayda
alınmıştır. Marjinal oluşumlarndan büyük oluşumların izine doğru yol alırsak
şayet Lübnan’ın güneyinde faaliyet gösteren ve ülke’de belirli bir siyasi akımı
idare eden Hizbullah, Suriye’deki iç savaşa dolaylı olarak müdahale eden
cephelerden olmuştur. Lübnan’nın güneyinden Suriye’nin güney batısına doğru
ilerleyerek Beşşar Esed rejimine destek vermek amacıyla on binlerce Hizbullah
üyesi Suriye’nin iç meselesine doğrudan ideolojik olarak sıcak bir müdahale
gerçekleşmiştir. Hizbullah’ın komşusundaki iç savaşa bu kadar müdahil olması
aslında Beşşar Esed rejimin değişeceği korkusu ve israil’in kendilerine yönelik
tehdidinin daha da güçleneceği endişesi olmuştur. 2006 Hizbullah-israil
savaşında psikolojik ve lojistik olarak destek alan Hizbullah, Suriye’deki
rejim değişikliği endişesi ile birlikte kendi meşruiyetinin adeta yok olacağı
endişesini doğurmuştur. Irak’ta doğan Hizbullah şii hareketinin bir ürünü olmuş
ve yıllarca İran tarafından yoğun bir şekilde desteklemiş hatta 15 yıllık
Lübnan iç savaşında kendilerine bir yaşam alanı bulmuşlardır. Suriye iç savaşındaki
bir diğer cephe ise İran cephesi’dir. İran Beşşar Esed rejimini yıllarca
bölgede ideolojik bağlılıkları sonucu desteklemiş ve bölge üzerinde bir
stratejik üs oluşturma çabasına girmiştir. Irak, Suriye ve Lübnan’daki şii
hareketleri ile birlikte ideolojik olarak planladığı senaryoyu kaybetmemek
adına İran devrim muhafızlarını gemiler ile Suriye’deki iç savaşa sıcak bir
şekilde müdahil etmiştir. İran devrim muhafızları gerekli olan birçok askeri
malzeme ve tecrübelerini iç savaş’ta sıkışan ve Beşşar Esed rejimini hem askeri
olarak hemde uluslararası arena’da yalnızlaştırmama faaliyeti ile rahatlatacak
olan hamleleri gerçekleştirmişlerdir. Beşşar Esed rejim’nin ordusuna cesaret
olan bu destek alanı Suriye’deki iç savaşı daha da karmaşık hale getirmiş ve
şüphesiz resmi rakamlara göre kayda geçen yüzbinlerce Suriyelinin ölmesine
aracılık etmiştir. Suriye’deki iç savaşın uluslararası alanda daha pasif ve
karmaşık hale gelmesinin baş aktörü olan Rusya’yı geniş bir analizle
yorumlayabiliriz. Suriye’de başlayan muhalif hareketlerin ilk gününden bu yana
sessizliğini koruyan ve gizliden gizliye Suriye’deki Beşşar Esed rejimine
askeri malzeme desteği veren ve bu destek sonucu bölgede korkutucu füzelere
sahip olan rejim milyonlarca dolar askeri malzeme alarak ülkesini uzun vadeli
borç batağına saplamış ve Rusya’nın askeri alanda bağımlı hale getirdiği bir
Akdeniz ülkesi olması da daha belirgin hale gelmiştir. Sovyet Rusya’nın sıcak
denizlere inme politikası ile birlikte Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Asya
bağlantılı köprüler kurmak ve buralarda stratejik üs oluşturma girişimleri her
zaman gündeminde yer almıştır. Rusya’ya karşı eskisi kadar olmasada Batı ve ABD
ittifakı her zaman dünya üzerinde ölçülü ve
kabullendirici bir politika izlenimi oluşturmuştur. Suriye’nin Akdeniz
kıyılarında bulunan Rus üsleri ve bataryaları her zaman Orta Doğu’da ABD,
İngiltere ve Fransa’ya karşı aktif bir rol oynamıştır. Caydırıcılık ve
restleşme adına birçok tarihsel olay gündemde yer almıştır. İran’ı çevreleyen
ABD üslerine karşılık Suriye’de lazkiye limanına yakın yerlerde
konuşlandırılmış Rus üsleri özellikle Suriye için teknolojik ve askeri alanda
yenilikleride beraberinde getirmiştir. Rusya’nın Türkiye’ye karşı da caydırıcı
bir faaliyet alanı oluşturması bölgedeki dengeleri değiştirme açısından önemli
stratejik bir adım olmuştur. Suriye’deki iç savaşın sonuçlarından bir tanesi de
askeri harcamaların çok büyük rakamlara ulaşmasıdır ve bu rakamın silah
tüccarlarına yönelik büyük kazançları da önemli bir gelişmedir. Çin ve Rusya’nın
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki anlaşılması zor olan geleneksel veto
tutumu her geçen gün Suriye’deki insani dramı arttırmaktadır. BMGK’dan
Suriye’deki otokratik yönetimin sahipleri olan Esed rejimine karşı askeri
müdahale ve birçok yaptırım paketi Rusya ve Çin’in veto kararı ile çıkmamıştır.
Milyonlarca Suriyeli çevre ülkelere göç etmek zorunda kalmış ve yüzbinlerce
çocuk ülkelerinden uzakta savaş ve yaşam arasında adeta mücadele
vermektedirler. Milyonlarca insanın ekonomik durumu adeta yerle bir olurken,
yüzbinlerce çocuğun eğitimleride yarım kalmıştır. Rusya için Suriye diplomasisi
uluslararası arena’da adeta çöküntüye uğramış ve bölgedeki aktif politikasına
zarar vermiştir. Rusya’nın Beşşar Esed rejimine verdiği destekten dolayı
Suriye’de ölü sayısının her geçen gün onbinleri bulması ile birlikte Rusya
dünya kamuoyu karşısında çok ağır tepkiler almıştır. Suriye’deki insanlık
dramının her geçen gün artması insani, vicdani ve uluslararası normlar itibari
ile bir soykırım işlendiğinin adeta kanıtı olmuştur. Rusya Esed rejiminin
katliamlarına karşılık bu kadar açıktan destek vermesi Suriye’de yaşanan
insalık dramını gözardı etmesi uluslararası menfaat ve çıkarları ön planda
tutması da ayrıca tarihe bir not olarak düşecektir. Şu çok açık ve net ki Rusya
adeta Suriye konusunda sıkışmış bir politika izlemiştir. Kimyasal silah
kullanımının ardından gelen birçok açıklama Esed rejimine karşı bir operasyonun
olacağı yolundaydı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kimyasal silah
kullanılmadan önceki açıklamaları ile kimyasal silah kullanılmasından sonraki
açıklamaları arasındaki tek fark askeri bir operasyon gereklidir demesi
olmuştur. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye’deki yaşanan insanlık
dramının artık son bulması gerektiğini ve halkını bombalayan Esed rejimiinin
gitmesi gerektiğini rejimin kendi vatandaşları üzerinde kullandığı silahların
derhal bırakılması gerektiğini söylemesi anlaşılan uluslararası kamuoyunda pek
ses getirmemişti yada uluslararası toplum Türkiye’nin bu vahşetin durması
gerektiği düşüncesine bazı menfaat denklemi nedeni ile seyirci kalmıştı. Türkiye
başta olmak üzere Suriye’deki bu insalık dramının artık biran önce son
bulmasını ve milyonlarca mülteci konumundaki Suriyelileri evlerine rahatlıkla
geri dönmesi yolundaki açıklamaları ve Esed rejiminin ülkeyi kan gölüne
çevirdiği bu tablodan biran önce uzaklaştırılması gerektiği düşünceydi. Türkiye
komşusundaki bu insanlık katliamı karşısında birçok ülke ve uluslararası
kuruluşlar ile irtibata geçmesinin yanı sıra bölgede kuruluşları olan İİT VE
AL’ninde Suriye için pasif durumda kalması ile birlikte insan hakları, evrensel
normlar, hukuk, adalet, özgürlük ve özgür seçimleri her yerde ve her platformda
dile getirmiştir. ABD’nin “kimyasal silah bizim kırmızı çizgimizdir” açıklamasının
ardından da Fransa ve İngiltere askeri bir operasyonun olması gerektiği
kanısındaydılar. İngiltere Başbakanı David Cameron Suriye’ye yönelik bir askeri
operasyon için parlamentodan yetki almak istemişse de başarısız olmuş ve Avam kamarasındaki oylamada yeterli güven
oyunu alamamıştır. İngiltere Başbakanı David Cameron parlamento kararına
saygılıyım açıklamasının ardından Suriye’ye askeri bir operasyonun içinde
olmadan lojistik destek açıklaması da gelmiştir. ABD ve Fransa askeri bir
operasyonda sadece iki ülke kalmalarına karşı Fransa Cumhurbaşkanı Hollande sürekli
olarak askeri bir operasyonun gerekli olduğuna işaret etmiştir ve kararlı bir
tutum içerisinde kalmıştır. İngiltere’deki güven oylamasınn iktidar kanadının
mağlubiyeti ile sonuçlanmasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ise
açıklamalarında BM raportörlerinin Suriye’deki incelemelerinin ardından
sonuçlanan raporunun beklenilmesi gerekitğini vurgulayarak ilk günkü sert
açıklamaları adeta sakin bir ortama bırakmıştı. ABD Başkanı Barack Obama ise
operasyonun kilit ülkesi olarak ilk başta yer almasının uluslararası kamuoyunda
ve kendi vatandaşları gözünde yıpratıcı bir süreç olacağını vurgulasada
“kimyasal silah kırmızı çizgimizdir” açıklamasının ardından uluslararası
normların gereği ve dünya üzerindeki prestiji olarak operasyonun düğmesine
basması gerektiğinin farkındaydı. ABD Başkanı Barack Obama operasyonun “sınırlı
bir operasyon” olacağını ve 60 günlük süreceğini ifade eden açıklamalarının
ardından Esed rejiminin düşürecek bir operasyon olmadığını da açıkça
vurguluyordu. BM raporunu ve 9 eylülde açılacak olan Temsilciler Meclisindeki
oylamayı işaret ederek operasyonun onaydan sonra olacağını ve Amerikalıların
artık savaş yorgunu olduğunu açıklıyordu.
Savaş
stratejleri gereği birçok hamle ile karşılaşan uluslararası kamuoyu ABD,
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın açıklamalarının ardından gelen askeri
hareketliliğin sonucu olarak her gün farklı bir savaş makinasını Akdeniz’e
doğru gönderen operasyona müdahil olan ülkeler caydırıcılık faktörünü de Suriye
meselesinde açıkça belli ediyorlardı. Türkiye’nin Patriot hamlesi ile birlikte
Esed rejimi olası Türkiye’ye karşı bir yanlış hamlesi Nato’yu devreye sokarak
Esed rejiminin sonunu daha erken getireceği masada olurken, Ürdün ve İsrail’in
güvenliğinden sorumluyuz diyen ABD daha sonra Basra Körfezindeki birçok savaş
gemisini Akdeniz’e gönderirken, İngiltere ise doğal olmayan yollardan hak iddaa
ederek Güney Kıbrıs Rum Kesiminde üs kurmasının ardından bölgedeki varlığını
buradaki askeri üsleri ile acil duruma geçirmiştir. Fransa Güney Afrika’daki ve
Körfez ülkelerindeki bir üssü ile Suriye meselesine müdahil olmuştur. Rusya ise
Akdeniz’e savaş gemilerini ve radar takip, sinyal bozucu gemilerini göndererek
Esed rejimini ve İran, Hizbullah tarafını da cesaretlendirmiştir. BMGK kararını
beklemeden koalisyon güçlerinin içinde yer alan ülke sayısı 5-6 eylül’de
Rusya’da gerçekleştirilen St. Petersburg G-20 zirvesinde 11’e yükselmiştir.
Koalisyon güçleri BMGK’nın çıkmayacağını bildiği için Suriye’deki insanlık
dramına çare mi olacak yoksa yarayı daha da mı genişletecek ilerleyen günlerde
göreceğiz.
Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmışolarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder