7 Eylül 2013 Cumartesi

Suriye için tarafların strateji ve caydırıcılık hamleleri


Soğuk savaş yıllarında küresel aktörler tarafından dünya üzerinde hissettirilen ve ikna edicilik alanında kaybolan sıcak temas kuralı git gide sıcak mesajların ve caydırıcılık etkenlerinin gün yüzüne çıkması ile daha açık bir şekilde belirginleşmiştir. İkinci dünya savaşından sonra yıpranan güç sisteminin ardından doğan boşlukların kapatılması için güç karmaşasının git gide belirli aktörler üzerinden yürütülecek olması ve karmaşık sistemin belirli bir düzen içerisinde yer almasının sağlanması stratejik ve taktiksel eylemler ile kanıtlanmıştır.

Birinci dünya savaşından sonra etkisi önceden kurgulanmış olan ve uluslararası kamuoyuna servis edilen Hitler, Stalin ve Mussollini gibi etkili liderlerin kendi milletleri ve farklı milliyetler üzerinde yoğun sempati ve ilgi oluşturulması sağlanmıştır. Soğuk savaş rüzgarı ile birlikte bu isimlerin dünya üzerindeki güç sisteminin belirsizliği için bir çare olması sağlanmış ve arzulanan sonuçlara yönelik katkıları etkili olunmuştur. Dünya üzerinde farklı coğrafyalarda egemenliğin ve güvenliğin hakimiyet alanı ideolojik ve sistematik bir şekilde farklı çözüm yolları desteklenmiştir. Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında oluşturulan boşluğun ve kapatılamayan karmaşa sızıntısının yüz yıllarca bu coğrafyalarda hüküm süren cihan devleti Osmanlı’nın sistematik bir şekilde komplolar ve iç çatışmalar sona erdirilmesi ile birlikte daha da artmıştır. Topyekün savaş stratejilerinin yerini artık konvansiyonel stratejilere bırakmasının ardından modern stratejilerin de git gide kimyasal ve nükleer tehdit stratejilerine bırakması ile birlikte dünya üzerinde yığılan baskının ve biriktirilen tahribatın psikolojik olarak sürdürülmesi artık çok geç bir yaklaşım olacaktır.

Suriye’de 3 yılı aşkın süredir ülke içerisinde başlayan belirsizlikler daha çok karmaşık hale getirilen iç savaş, Orta Doğu’da muhalif hareketlerin örgütlenmesi ve birleşmesi ile birlikte diktatör yönetimlerin kendi ülkelerindeki sıkı yönetim ve baskı kontrolsüzlüğü de hayli artış göstermiştir. Suriye’deki otokratik yönetimin baş aktörü olan Beşşar Esed rejimi vatandaşlarına karşı kullanmış olduğu çeşitli kitle imha silahları ile tatmin olamamış ve 21 ağustos 2013 tarihinde Suriye’nin Şam kentine bağlı Doğu Guta banliyösüne gerçekleştirmiş olduğu kimyasal silah katliamı dünya gündemine sarsıcı bir haber olarak yer almıştır. 21.yy içinde kullanılmış olan ilk kitle imha silahı olarak tarihte de yerini almıştır.



source: telegraph.co.uk


Yıkıcı bir şekilde devam eden Suriye’deki iç savaşın farklı bilançoları ile her geçen gün karşılaşmakta mümkündür. Irak’ın kuzeyinde varlığını farklı katliamlar ile kanıtlamış illegal yapılanmanın sonucunda dünya üzerinde terör örgütü listesinde olan “pkk”, Suriye’deki iç savaşın ardından Türkiye’nin güney kesiminde ve Suriye’nin kuzeyinde “pyd” adı ile farklı bir yapılanma, barınma hatta meşruiyet alanı bulma gayretine ulaşmıştır. Suriye’nin kuzeyinde ve kuzey doğusunda bulunan farklı etnik kimlikler üzerinde söz sahibi olduğunu iddaası ile başlayan yapılanma silahlanma ve bölgesel yer oluşturma çabasının ardından, Türkiye sınırına yakın yerlerde marjinal illegal örgütler, El Kaide terör örgütünün farklı bir yapılanması olan El Nusra yapısı ve Suriye muhalif hareketinin resmi ordusu olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Free Syrian Army (FSA) ile ciddi çatışmalara girmesi Suriye’de oluşturulmak istenen cephelerin ve isimlerin ülke üzerinde risk oluşturacak bir şekilde hak iddaa etme alanına doğru sürüklenmesi’dir. ABD’nin sesi ile gün yüzüne çıkmış ve kendilerine sunulan cesaret alanını iyi bir şekilde kullanmış olan El-Kaide’nin El Nusra yapılanması da bölgedeki karmaşanın adeta ürünü olmuştur. Beşşar Esed rejimi’nin ordusuna güç katması için yabancı ülkelerden tutmuş olduğu kiralık ölüm makinaları “şebbiha” ismiyle anılan insan avcılarını hem kendi vatandaşlarını öldürmesi hem de uluslararası alanda rejim ordusunun vatandaşlarını öldürüyor imajı ile anılmaması için böyle bir vahşi ideolojinin vahşi projesi olarak dünya kamuoyunda hiçbir zaman unutulmamak üzere kayda alınmıştır. Marjinal oluşumlarndan büyük oluşumların izine doğru yol alırsak şayet Lübnan’ın güneyinde faaliyet gösteren ve ülke’de belirli bir siyasi akımı idare eden Hizbullah, Suriye’deki iç savaşa dolaylı olarak müdahale eden cephelerden olmuştur. Lübnan’nın güneyinden Suriye’nin güney batısına doğru ilerleyerek Beşşar Esed rejimine destek vermek amacıyla on binlerce Hizbullah üyesi Suriye’nin iç meselesine doğrudan ideolojik olarak sıcak bir müdahale gerçekleşmiştir. Hizbullah’ın komşusundaki iç savaşa bu kadar müdahil olması aslında Beşşar Esed rejimin değişeceği korkusu ve israil’in kendilerine yönelik tehdidinin daha da güçleneceği endişesi olmuştur. 2006 Hizbullah-israil savaşında psikolojik ve lojistik olarak destek alan Hizbullah, Suriye’deki rejim değişikliği endişesi ile birlikte kendi meşruiyetinin adeta yok olacağı endişesini doğurmuştur. Irak’ta doğan Hizbullah şii hareketinin bir ürünü olmuş ve yıllarca İran tarafından yoğun bir şekilde desteklemiş hatta 15 yıllık Lübnan iç savaşında kendilerine bir yaşam alanı bulmuşlardır. Suriye iç savaşındaki bir diğer cephe ise İran cephesi’dir. İran Beşşar Esed rejimini yıllarca bölgede ideolojik bağlılıkları sonucu desteklemiş ve bölge üzerinde bir stratejik üs oluşturma çabasına girmiştir. Irak, Suriye ve Lübnan’daki şii hareketleri ile birlikte ideolojik olarak planladığı senaryoyu kaybetmemek adına İran devrim muhafızlarını gemiler ile Suriye’deki iç savaşa sıcak bir şekilde müdahil etmiştir. İran devrim muhafızları gerekli olan birçok askeri malzeme ve tecrübelerini iç savaş’ta sıkışan ve Beşşar Esed rejimini hem askeri olarak hemde uluslararası arena’da yalnızlaştırmama faaliyeti ile rahatlatacak olan hamleleri gerçekleştirmişlerdir. Beşşar Esed rejim’nin ordusuna cesaret olan bu destek alanı Suriye’deki iç savaşı daha da karmaşık hale getirmiş ve şüphesiz resmi rakamlara göre kayda geçen yüzbinlerce Suriyelinin ölmesine aracılık etmiştir. Suriye’deki iç savaşın uluslararası alanda daha pasif ve karmaşık hale gelmesinin baş aktörü olan Rusya’yı geniş bir analizle yorumlayabiliriz. Suriye’de başlayan muhalif hareketlerin ilk gününden bu yana sessizliğini koruyan ve gizliden gizliye Suriye’deki Beşşar Esed rejimine askeri malzeme desteği veren ve bu destek sonucu bölgede korkutucu füzelere sahip olan rejim milyonlarca dolar askeri malzeme alarak ülkesini uzun vadeli borç batağına saplamış ve Rusya’nın askeri alanda bağımlı hale getirdiği bir Akdeniz ülkesi olması da daha belirgin hale gelmiştir. Sovyet Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası ile birlikte Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Asya bağlantılı köprüler kurmak ve buralarda stratejik üs oluşturma girişimleri her zaman gündeminde yer almıştır. Rusya’ya karşı eskisi kadar olmasada Batı ve ABD ittifakı her zaman dünya üzerinde ölçülü ve  kabullendirici bir politika izlenimi oluşturmuştur. Suriye’nin Akdeniz kıyılarında bulunan Rus üsleri ve bataryaları her zaman Orta Doğu’da ABD, İngiltere ve Fransa’ya karşı aktif bir rol oynamıştır. Caydırıcılık ve restleşme adına birçok tarihsel olay gündemde yer almıştır. İran’ı çevreleyen ABD üslerine karşılık Suriye’de lazkiye limanına yakın yerlerde konuşlandırılmış Rus üsleri özellikle Suriye için teknolojik ve askeri alanda yenilikleride beraberinde getirmiştir. Rusya’nın Türkiye’ye karşı da caydırıcı bir faaliyet alanı oluşturması bölgedeki dengeleri değiştirme açısından önemli stratejik bir adım olmuştur. Suriye’deki iç savaşın sonuçlarından bir tanesi de askeri harcamaların çok büyük rakamlara ulaşmasıdır ve bu rakamın silah tüccarlarına yönelik büyük kazançları da önemli bir gelişmedir. Çin ve Rusya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki anlaşılması zor olan geleneksel veto tutumu her geçen gün Suriye’deki insani dramı arttırmaktadır. BMGK’dan Suriye’deki otokratik yönetimin sahipleri olan Esed rejimine karşı askeri müdahale ve birçok yaptırım paketi Rusya ve Çin’in veto kararı ile çıkmamıştır. Milyonlarca Suriyeli çevre ülkelere göç etmek zorunda kalmış ve yüzbinlerce çocuk ülkelerinden uzakta savaş ve yaşam arasında adeta mücadele vermektedirler. Milyonlarca insanın ekonomik durumu adeta yerle bir olurken, yüzbinlerce çocuğun eğitimleride yarım kalmıştır. Rusya için Suriye diplomasisi uluslararası arena’da adeta çöküntüye uğramış ve bölgedeki aktif politikasına zarar vermiştir. Rusya’nın Beşşar Esed rejimine verdiği destekten dolayı Suriye’de ölü sayısının her geçen gün onbinleri bulması ile birlikte Rusya dünya kamuoyu karşısında çok ağır tepkiler almıştır. Suriye’deki insanlık dramının her geçen gün artması insani, vicdani ve uluslararası normlar itibari ile bir soykırım işlendiğinin adeta kanıtı olmuştur. Rusya Esed rejiminin katliamlarına karşılık bu kadar açıktan destek vermesi Suriye’de yaşanan insalık dramını gözardı etmesi uluslararası menfaat ve çıkarları ön planda tutması da ayrıca tarihe bir not olarak düşecektir. Şu çok açık ve net ki Rusya adeta Suriye konusunda sıkışmış bir politika izlemiştir. Kimyasal silah kullanımının ardından gelen birçok açıklama Esed rejimine karşı bir operasyonun olacağı yolundaydı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kimyasal silah kullanılmadan önceki açıklamaları ile kimyasal silah kullanılmasından sonraki açıklamaları arasındaki tek fark askeri bir operasyon gereklidir demesi olmuştur. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye’deki yaşanan insanlık dramının artık son bulması gerektiğini ve halkını bombalayan Esed rejimiinin gitmesi gerektiğini rejimin kendi vatandaşları üzerinde kullandığı silahların derhal bırakılması gerektiğini söylemesi anlaşılan uluslararası kamuoyunda pek ses getirmemişti yada uluslararası toplum Türkiye’nin bu vahşetin durması gerektiği düşüncesine bazı menfaat denklemi nedeni ile seyirci kalmıştı. Türkiye başta olmak üzere Suriye’deki bu insalık dramının artık biran önce son bulmasını ve milyonlarca mülteci konumundaki Suriyelileri evlerine rahatlıkla geri dönmesi yolundaki açıklamaları ve Esed rejiminin ülkeyi kan gölüne çevirdiği bu tablodan biran önce uzaklaştırılması gerektiği düşünceydi. Türkiye komşusundaki bu insanlık katliamı karşısında birçok ülke ve uluslararası kuruluşlar ile irtibata geçmesinin yanı sıra bölgede kuruluşları olan İİT VE AL’ninde Suriye için pasif durumda kalması ile birlikte insan hakları, evrensel normlar, hukuk, adalet, özgürlük ve özgür seçimleri her yerde ve her platformda dile getirmiştir. ABD’nin “kimyasal silah bizim kırmızı çizgimizdir” açıklamasının ardından da Fransa ve İngiltere askeri bir operasyonun olması gerektiği kanısındaydılar. İngiltere Başbakanı David Cameron Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon için parlamentodan yetki almak istemişse de başarısız olmuş ve  Avam kamarasındaki oylamada yeterli güven oyunu alamamıştır. İngiltere Başbakanı David Cameron parlamento kararına saygılıyım açıklamasının ardından Suriye’ye askeri bir operasyonun içinde olmadan lojistik destek açıklaması da gelmiştir. ABD ve Fransa askeri bir operasyonda sadece iki ülke kalmalarına karşı Fransa Cumhurbaşkanı Hollande sürekli olarak askeri bir operasyonun gerekli olduğuna işaret etmiştir ve kararlı bir tutum içerisinde kalmıştır. İngiltere’deki güven oylamasınn iktidar kanadının mağlubiyeti ile sonuçlanmasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ise açıklamalarında BM raportörlerinin Suriye’deki incelemelerinin ardından sonuçlanan raporunun beklenilmesi gerekitğini vurgulayarak ilk günkü sert açıklamaları adeta sakin bir ortama bırakmıştı. ABD Başkanı Barack Obama ise operasyonun kilit ülkesi olarak ilk başta yer almasının uluslararası kamuoyunda ve kendi vatandaşları gözünde yıpratıcı bir süreç olacağını vurgulasada “kimyasal silah kırmızı çizgimizdir” açıklamasının ardından uluslararası normların gereği ve dünya üzerindeki prestiji olarak operasyonun düğmesine basması gerektiğinin farkındaydı. ABD Başkanı Barack Obama operasyonun “sınırlı bir operasyon” olacağını ve 60 günlük süreceğini ifade eden açıklamalarının ardından Esed rejiminin düşürecek bir operasyon olmadığını da açıkça vurguluyordu. BM raporunu ve 9 eylülde açılacak olan Temsilciler Meclisindeki oylamayı işaret ederek operasyonun onaydan sonra olacağını ve Amerikalıların artık savaş yorgunu olduğunu açıklıyordu.



Savaş stratejleri gereği birçok hamle ile karşılaşan uluslararası kamuoyu ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın açıklamalarının ardından gelen askeri hareketliliğin sonucu olarak her gün farklı bir savaş makinasını Akdeniz’e doğru gönderen operasyona müdahil olan ülkeler caydırıcılık faktörünü de Suriye meselesinde açıkça belli ediyorlardı. Türkiye’nin Patriot hamlesi ile birlikte Esed rejimi olası Türkiye’ye karşı bir yanlış hamlesi Nato’yu devreye sokarak Esed rejiminin sonunu daha erken getireceği masada olurken, Ürdün ve İsrail’in güvenliğinden sorumluyuz diyen ABD daha sonra Basra Körfezindeki birçok savaş gemisini Akdeniz’e gönderirken, İngiltere ise doğal olmayan yollardan hak iddaa ederek Güney Kıbrıs Rum Kesiminde üs kurmasının ardından bölgedeki varlığını buradaki askeri üsleri ile acil duruma geçirmiştir. Fransa Güney Afrika’daki ve Körfez ülkelerindeki bir üssü ile Suriye meselesine müdahil olmuştur. Rusya ise Akdeniz’e savaş gemilerini ve radar takip, sinyal bozucu gemilerini göndererek Esed rejimini ve İran, Hizbullah tarafını da cesaretlendirmiştir. BMGK kararını beklemeden koalisyon güçlerinin içinde yer alan ülke sayısı 5-6 eylül’de Rusya’da gerçekleştirilen St. Petersburg G-20 zirvesinde 11’e yükselmiştir. Koalisyon güçleri BMGK’nın çıkmayacağını bildiği için Suriye’deki insanlık dramına çare mi olacak yoksa yarayı daha da mı genişletecek ilerleyen günlerde göreceğiz.


Bu yazı geneli itibari ile araştırılmış olup, kaynakçaları ile yayımlanmışolarak EMRE AÇIKEL'e aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder